Alkımın Güneşi "Bölüm 44"
İki haftalık zorlu sınav
maratonumu bitirdiğimde Güneş’ten hala ses çıkmamıştı. Koray zaten vefasızdı,
arayıp sormazdı. Güneş de ne Koray’ı ne de beni aramıştı. Gökmen de
kayıplardaydı. Bir şeyler dönüyordu. Bu kadar suskunluk hiç hayra alamet
değildi. Artık hiç yoktan Gökmen’i arayıp bir şeyleri yoklamam gerekiyordu.
-Nasıl gidiyor canım? Sesin
soluğun çıkmıyor?
-Asıl senin çıkmıyor. Sevgilinden
bize vakit ayıramaz oldun.
-O gece ayrıldık biz Poyraz’la.
Çok da önemli bir şey değildi zaten.
-Aaa ciddi misin?
Şaşırmıştı. Ama şaşkınlığının
yanı sıra bir de tereddüt vardı sesinde. Birazcık da endişe.
-Niye noldu? Neyine şaşırdın bu
kadar?
-Ne bileyim kızım. Güneş
defterini kapattın sanıyordum.
-O defter hayatıma giren biriyle
kapanacak bir defter değil canım.
-Unutmaya çalışıyordun ama?
-Napmaya çalışıyorsun Gökmen?
Amacın ne? Bir şey mi biliyorsun?
-Hadiii… Yine başladın deli deli
konuşmaya. Ne bilicem kızım. Güneş İstanbul’da. Ben ayrıldım onun evinden.
Bornova’ya yerleştim. İş buldum. Aynı yerde çalıştığım biriyle eve çıktım.
-Bir sorun mu var aranızda?
-Hayır. İşe daha yakın olsun diye
yaptım. Güneş’le de İstanbul’a gittiğinden beri konuşmadım.
-Peki Güneş neden gitti
İstanbul’a?
-Bastı buralar. Canı sıkıldı.
Tuğçe’den de ayrılınca kafa dağıtayım dedi gitti.
-Ne zaman geleceğini biliyor
musun?
-Hayır canım hiçbir fikrim yok.
Bu kez Gökmen yalan söylememişti.
Gerçekten bilmiyordu ne zaman geleceğini. Bu zaten Güneş’in huyuydu. Kimseye
bir şey söylemeden kaybolur sonra hiç ummadığın zamanda çıkar gelirdi. Yine
aynısını yapmıştı işte. Ama bu sefer biraz fazla uzatmıştı.
Sınavların da bitişiyle beraber
nereden baksan iki haftalık bir boşluk kucağıma düşüverdi. Selin ve Koray
ailelerinin yanına gittiler. Haklılardı da. Kim bilir ne zamandır gitmiyorlardı
memleketlerine? Bana da iki seçenek kalıyordu. Ya burada iki hafta içinde
yalnızlıktan ve sıkıntıdan ölecektim ya da ben de ailemin yanına gidecektim.
İkincisini seçtim. (Bunun tabi ki
de Güneş’in İstanbul’da oluşuyla bir alakası yoktu. Varsa da o bilinçaltımın
suçu. Dışavurumum aile hasretinden başka bir şey değil.)
Birkaç saat içinde İstanbul’a
giden otobüsün camına başımı yaslamış evdekileri ne kadar özlediğimi
düşünüyordum. Bir de beni görünce ne tepki vereceklerini tahmin etmeye
çalışıyordum. Uykulu halleri gözümün önüne geldikçe yüzümde bir tebessüm
oluşuyordu. Onları gerçekten çok özlemiştim.
Çok kavramının nasıl da az nasıl
da çok olduğunu bir kez daha öğrendim. Öyle ki İzmir’deyken çok özlediğim
ailemle iki günde bütün hasretimi dindirmiştim. Nasıl bir çoktu bu Allah
aşkına? Şimdi koskoca iki hafta ne yapacaktım?
Annemle pazara gitmek, evi
temizlemek ve market alışverişi yapmak dışında iki haftanın neredeyse her
gününü evde geçirdim. Öğlen uyanıp kahvaltı yapıp tekrar uyudum ve akşam yemeği
için uyanıp yemekten sonra dizilerimi de bir bir izleyip yine bir öğle vakti
uyanmak üzere geri yattım. İşin tuhaf yanı bunu yapmaktan da hiç sıkılmadım.
Uykuda olduğum sürece hala aramayan Güneş’i düşünmüyordum. Ve uyanık olduğum
anlarda da Selin’le milyonlarca kez konuştuğumuz konuları bir kez daha
konuşuyorduk. Tuhaf bir haz duyuyorduk bundan. Bir sonraki konuşmada mutlaka
yeni bir detaya parmak basıyorduk ve Güneş’in psikolojisini bir cinayeti çözen
polis ekibi gibi adım adım çözüyorduk. Sona yaklaştığımız farkındaydık ama hala
çözemediğimiz yerler vardı.
Güneş’in bunca zamandır
İstanbul’da ne yaptığı gibi…
İzmir’e ne zaman döneceği gibi…
Güneş’i İstanbul’a neyin
götürdüğü gibi…
Ama biz güçlü bir ekiptik ve bu
işin de üstesinden gelecektik. Tatilimiz bitmişti. Devamını bizzat olay yerinde
İzmir’de didikleyecektik. İz sürecektik belki. Belki Güneş’in evine gizlice
girip eşyalarını karıştırıp bir ipucu arayacaktık. Belki Gökmen’i rehin alıp
gözleri bağlıyken kafasını suya soka soka konuşturacaktık.
Tamam yeter bu kadar!
Alt tarafı iki haftalık tatil
bitmişti ve biz İzmir’e geri dönüyorduk. Bir araya gelip yüz yüze detaylandıracaktık
her şeyi. En başından yeniden konuşacaktık. Mutlaka bir çözüme kavuşurdu her
şey. Hiç yoktan bir yol çizerdik kendimize.
Valizi eve koyar koymaz soluğu
benden önce gelen Selin ve Koray’ın evinde aldım.
-Ben geldim! Canlarım ya nasıl
özledim sizi!
Selin’in boynuna atlamıştım. Bu
kızı iki haftada bu kadar çok özleyeceğimi tahmin etmiyordum. Nasıl da
bağlanmışım meğer.
-Kızım dur yavaş. Biz de özledik
de canımızı da alma yani sarılcam derken.
Bir süre ayrı geçen süreçte neler
yaptığımızı konuştuk. Selin Koray’ın annesiyle tanışmasını anlattı, Koray’sa
Selin’in. İçimi çeke çeke dinlemiştim. Çok sevinmiştim onlar adına ama içimde
bir burukluk da olmamış değildi hani. Geçtim annesiyle tanışıp kahve içmelere,
gezmelere gitmeyi; bir sevgilim bile yoktu. Daha doğrusu sevdiğim adam beni
sevmiyordu. Gerçi son gelişmelerden sonra şüphelerimiz iyice artmıştı. Belki de
Güneş bana aşık olmuştu?
Selin’le yalnız konuşmak için
Koray’ın yanından ayrıldığımız anda bu anı bekliyormuşçasına telefonum çalmaya
başladı. Ekranda Güneş’in adını gördüğüm an nutkum tutuldu resmen. Ne
yapacağımı şaşırdım. Heyecandan açamadım telefonu. Kitlendi kaldı elim.
Selin’in bana ettiği küfürlerle birlikte Güneş’i geri aradım.
-Alo Güneş az önce açamadım
telefonunu kusura bakma. Hayırdır ne oldu? İyi misin napıyosun? Ne zaman
geliyorsun?
-Kızım bi nefes al istersen.
Aptal Alkım! Yine başladın. Yine
tutamadın çeneni. Bir kez daha aşkını haykırsaydın da tam olsaydı.
-Ya pardon öyle sen birden
arayınca…
-Tamam tamam. Nerdesin sen?
-Nasıl nerdeyim? Koraylardayım.
-Ha İzmir’desin yani.
-Evet niye noldu?
-İzmir’e dönücem de ben. Bi akşam
yemeğini yerim hani. Sonra içkiler benden.
-Aaa ciddi olamazsın.
-Evet canım niye şaşırdın bu
kadar?
-Hiç ya ne şaşırcam. Tamam
hallederiz sen iste yeter ki.
-Son görüşmemizde hiç öyle
durmuyordu ama…
-Yok o önemli bir şey değildi ya.
O gece bitti zaten.
-Bitti mi? Niye noldu ki?
Hayda… Gökmen’den sonra Güneş de
aynı tepkiyi vermişti. Bu işin sonu hiç de iyiye gidiyor gibi durmuyordu.
-Ya bitti işte ne kurcalıyorsun
ki?
-Merak ettim sadece. Neyse
geldiğimde konuşuruz.
-Tamam o zaman.
Telefonu kapattığımda kulağını
kulağıma yapıştırmış bizi dinleyen Selin çığlık çığlığa boynuma atladı. Neye
sevindiğimizi unuttum o an Selin’in çığlığıyla.
-Ne var ya neye sevindin bu
kadar?
-Kızım saf mısın sen? Adam yemek
dedi, içki dedi, laf soktu daha ne olsun.
-Laf sokmasının nesine
seviniyoruz anlamadım?
-Demek ki seni başka biriyle el
ele görünce üzülmüş işte. Dank etmiş. Onun lafını sokuyor. Kızım bu adam
açılacak sana bak görürsün demedi deme.
Doğru olabilir miydi Selin’in
söyledikleri? Poyraz’la ayrılmama şaşırmasının dışında ters görünen bir durum
yoktu ortada. Belki de kendisi ayırmak istiyordu ondan şaşırmıştı. Yok artık
Alkım daha neler! Belki de gerçekten dank etmişti ve beni sevdiğini anlamıştı.
Şimdiyse bana sıkıca sarılıp beni bırakma diye yalvaracaktı. Seni seviyorum
diyecekti gözlerimin içine bakarak. Avuçlarımı hiç bırakmamak üzere sıkı sıkı
tutacaktı. Sonra biz öyle bir hikaye yazacaktık ki, aşkın ne olduğunu soranlara
bizi anlatacaklardı.
Ama her şeyden önce bu aşkın ilk
gecesini organize etmem lazımdı. Ne yemek yapacaktım? Ne giyecektim bir de?
Acilen alışverişe çıkmam lazımdı.
-Seliiiiin!!! Kızım niye
söylemiyorsun alışverişe gitmemiz lazım diye?
Anca gelmiştim balıklama daldığım
hayal dünyasından gerçek dünyaya. O gece giyecek bir tek kıyafetim bile yoktu.
-Kızım sakin ol hallederiz.
-Yok öyle bir şey. Hadi kalk
gidiyoruz.
-Yarın gitseydik?
-Saçmalama kızım. Ya yarın bu
akşam geliyorum derse? Kalk hadi.
Tam tamına beş buçuk saat sonra
yüzlerce mağaza gezmiş, bir tane içime sinmeyen elbise almış ve benim evimdeki
koltuklara yığılmıştık.
-Kızım ya olmadı bu elbise.
-Ya nesi olmadı Alkım saçmalama.
Mis gibi de oldu işte.
Onca saat dolaşıp sonunda
aldığımız elbise dizin üç dört parmak üzerinde biten dalgıç kumaş dar bir
elbiseydi. Siyahlığını yaka kısmındaki inci detaylar biraz kırmış ve elbiseye
farklı bir hava katmıştı. Kalın askılı ve önden sıfır dekolteliyken arkadan
bele kadar inen bir dekolteye sahipti. Çok da kibar duruyordu aslında ama bu
gece için tam olarak istediğim şey değildi sanki. Gerçi ne istediğimi de
bilmiyordum. Ama görüp de işte bu dediğim hiçbir elbise olmamıştı. Bunu da
Selin’in ısrarından almıştım zaten.
-Ne bileyim işte ya. Sinmedi
sanki içime.
-Çok yakıştı sana. Hem Güneş de
siyahı yakıştırıyor sana. Bak görürsün çok beğenecek seni.
-Öyle mi dersin?
-Dedim bile. Elbise tamam da ne
yemek yapacağına karar verdin mi?
-Siktir! Ben onu unuttum!
-Getir bilgisayarı da araştıralım
bir şeyler.
Bir saati de bilgisayarın
karşısında tükettikten sonra kremalı mantarlı tavuk ve elma dilim patateste
karar kılmıştık yine. Bu yemek olmasa hiçbir özel buluşmayı atlatamazdık
herhalde. Koray’ın doğum gününde de Selin tarafından yapılmıştı ve tam puanı
kapmıştı. Sağ olsun Selin bu başarıyı benimle de paylaşmış ve benim de tam
puanı kapmam için yemeği birlikte hazırlamayı teklif etmişti. Seve seve kabul
ettim çünkü ben emindim ki heyecandan yemeğin ya tuzunu unutur ya da dibini
tuttururdum. Patatesleri de kızartayım derken kömür yapardım. Selin’in
kontrolünde her şey daha iyi olacaktı. Elbise hazırdı. Yemekleri de seçmiştik.
Geriye kalan tek şey Güneş’ten kalp atışlarımı değiştirecek olan mesajın
gelmesini beklemekti.
Yorumlar
Yorum Gönder