Alkımın Güneşi "Bölüm 43"



           Birkaç gün önce Selin’in aklıma soktuklarını düşünmezsek hayatım bütün sıradanlığıyla devam ediyordu. Sabah erken kalkıp okula gidiyor, yaklaşan sınavlar için derslere yoğunlaşıyordum. Akşamları yeni yemekler deniyor ve sebepsiz bir mutluluk taşıyordum. Güneş’i kabul ettiğim taktirde nasıl bir hayata adım atacağımı düşünüyordum. Belki de daha önce hiç tatmadığım mutluluklarla o zaman tanışacaktım. Belki de evlenecektik günün birinde? Güneş ve gökkuşağının aşkından dünya güzeli çocuklar doğacaktı belki. Belki de "Bulut"tan bir oğlumuz ve "Yağmur"dan bir kızımız olacaktı; gözleri cennet rengi olan. Hayat hiç olmadığı kadar güzel görünecekti gözüme. Mutluluktan ağlamanın ne demek olduğunu o zaman anlayacaktım.

            Hayal kurmak güzeldi de Güneş’ten henüz ses çıkmamıştı. Ne bir mesaj gelmişti ne de aramıştı. Koray’a da gelmiyordu üstelik bir süredir. Selin’in söylediğine göre Koray’la da hiç konuşmamıştı o geceden sonra. Koray'daki vefasızlık da zirve yapmıştı. Adam o kadar içiyor, dertleniyor; insan bi arar sorar dimi nasıl oldun diye? Ne münasebet canım! Ayıp olur Koray bunu yaparsa.

            Birkaç bin kez aramayı düşünüp birkaç milyon kez de evinin yolunu yarıladım. Hepsinden de vazgeçtim. Sonuçta o geceden haberim yoktu. Koray da böyle biliyordu, Güneş de. Ona ulaştığım taktirde öğrendiğimi anlayacaktı. Bu durumda vereceği tepkiyi de bilmiyordum. Sonuçta kötü oluşunun sebebi ben olmayadabilirdim. Belki de Tuğçe’yle ayrılmıştı ve onu özlüyordu. Ben aklının ucundan bile geçmiyor olabilirdim.

            Kendi kendimi yemeye başladığım anlardan birinde daha fazla yalnız kalmaktansa Selin’e sığınmayı tercih ettim.

            -Evdeysen geliyorum?

            -Gel canım. Kahve yapıyordum.

            Bu kızı ne zaman arasam ya yemek hazırlıyordu ya da içecek bir şeyler. Koray’ın kendine kız arkadaş edindiğinden çok bir hizmetçi edindiğini düşünmeye başlamıştım artık. Gerçi bu durumdan Selin şikayetçi değildi ama artık Koray’ın da eskiden yaptığı gibi mutfağa girmesi gerekirdi. Hiç yoktan yardım etseydi kıza. Yemek hazır olana kadar oyun oynamaktansa yardıma ihtiyacı olup olmadığını sorabilirdi.

            -Naber kuzum?

            -İyidir canım seni sormalı?

            -İyiyim ben de. Koray Mete’yle odada. Oyuna dalmış durumdalar. Sen salona geç. Rahat rahat konuşuruz.

            Tabi ki de konuşacaktık. Buraya susmaya gelmemiştim sonuçta. Bunu evde bol bol yapmıştım. Şimdi evdeyken susup düşündüğüm her şeyi konuşma zamanıydı.

            -Güneş’ten haberin var mı?

            -Hayır yok. Gökmen’i arasaydın bari.

            -Ona da kırgınım. O geceden sonra ikisini de aramadım. Hoş! Onlar da beni aramadı zaten.

            -Niye kaçtın ki bir şeylerle yüzleşmekten?

            -Ne demek niye kaçtın Selin? En son Tuğçe’yle birlikteydi Güneş. Kendi kendimize yaptığımız bir kuruntuya sığınıp gidip ne diyecektim Güneş’e?

            -Haklısın aslında. Dur ben bi Koray’ı yoklayayım.

            Dur dememe bile izin vermeden yerinden kalkmış ve odaya geçmişti bile. Koray’ın yanında geçirdiği birkaç dakika bana bir ömür kadar uzun geldi. Belki de Koray hala Güneş’in peşinde oluşuma sinirlenecekti. Belki gelip patlayacaktı bana. Ya da sinirini Selin’den çıkaracaktı. Aralarını bozacaktım durduk yere.

            -Kızım neler olmuş neler!

            Hadi bakalım. Bir kız neler olmuş neler diye başlayan bir cümle kuruyorsa bilin ki bunun altından entrikaların tillahı çıkacaktır. Bu her zaman böyle olmuştur.

            -Nolmuş?

            -Koray her şeyi biliyormuş ya. Sormasam anlatmayacak öküz. Meğer Tuğçe geçen Koray’ı aramış.

            -Kaltağa bak. Güneş neyine yetmiyormuş?

            -Kızım saçmalama. Bende Tuğçe’ye adam kaptıracak göz var mı? Ağlıyormuş telefonda. Meğer kızımız Güneş’e çok aşık olmuş da Güneş onu terk etmiş. Acı çekiyormuş. Ben neyi yanlış yaptım diye Koray’a sormuş. Başka biri mi var Güneş’in hayatında demiş.

            -Yok artık. Güneş Tuğçe’yi terk mi etmiş yani? Niye ki?

            -Niye acaba. Kızım ben diyorum işte sana. Bu adamın kafası karıştı seni yanında bir adamla görünce. Ama bir şey daha var.

            -Neymiş?

            -Güneş İstanbul’a gitmiş.

            -Ne alaka ya? Sınavları var onun bu hafta. Niye gitti ki durduk yere?

            -Güneş’in okulu umursadığı mı var Alkım? Gitmiş işte. Niyesini nasılını Koray da bilmiyor.

            Buna epey şaşırmıştım. Güneş çok önemli bir şey olmadığı sürece gitmezdi İstanbul’a. Arkadaş çevresinden kopmak istiyordu çünkü ve ne zaman gitse kopmak istediği çevreye yeniden çekiliyordu. Başka bir şey vardı gitmesinde ama ne? Bunu öğrenmenin de bir yolu yoktu. Dönmesini beklemekten başka. Geldiğinde bir şekilde konuşurduk nasılsa. Ama şimdi arayamazdım. Olmazdı. Belki önemli bir işi vardı İstanbul’da? Rahatsız etmenin bir anlamı yoktu.


            Ana temanın Güneş olduğu ve yaklaşık dört saat süren sohbetimizin sonunda erken kalkmam gerektiğini hatırlayıp bir anda kalktım yerimden. Kalsaydın biraz daha otursaydınları kibar kibar savuşturup eve geçtim. Güneş belki burada değildi ama bu olmayacağı anlamına da gelmezdi. Döndüğünde beni bozuk bir düzenin içinde görmesini istemezdim. O dönene kadar her şeyi yoluna koyup onu hiç olmadığım kadar güçlü karşılamak istiyordum. Bunun için elimden ne gelirse yapacaktım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen