Alkımın Güneşi "Bölüm 40"



          Düzene soktuğum hayatımın monoton günlerinden birinde yemeğimi yemiş kahvemi elime alıp ayaklarımı uzatmıştım. Dışarıda yağan tatlı bir yağmur vardı. Sokak lambalarının ışığına bakmadığın sürece anlayamazdın yağmuru. Pencereyi sonuna kadar açmış en kalın battaniyeye de sarınmıştım sıkıca. Dışarıdaki havayı iliklerimde hissetmek istiyordum da üşümeye de pek niyetim yoktu. Toprağın kahveyle karışan kokusunu içime çekip sigaramı yaktım. Mutluluğu çok da uzakta aramaya gerek yoktu aslında. Yağan yağmura bir fincan kahve ve sigarayla eşlik edebilme lüksün varsa senden mutlusu yoktu.

            Ama her mutluluk gibi bu da bana haram kılınmış, yeter mutlu oldun şimdi şu telefonu aç dercesine telefonum çalmaya başlamıştı.

            -Alkım naber kuzum? Napıyorsun?

            Arayan Gökmen’di. Birkaç gündür sesim çıkmıyor diye merak etmiş, Serkan da sabah gideceği için beni dışarıya kahve içmeye davet etmişti. Ben kahvemi zaten içiyorum diyemedim elbette. Serkan gidecek olmasa ekerdim belki. Ama bu durumda gitmesem ayıp olurdu.

            Sigaramı bitirdiğimde kahvem henüz yarı olmuştu. Kupamı masaya koyup odaya koştum. En rahat ettiğim kıyafetlerim üzerimdeydi. Pamuklu kalın pijamalarım ve erkek reyonlarının birinden aldığım eski sevgiliden kalma izlenimi veren kapüşonlu sweatshirt… (Bunu elbette ki böyle bir ima yapmak için almamıştım. Yalnızca erkek kıyafetleri evin içinde ve özellikle de kışın çok uygun olduğu için gardırobuma birkaç parça bir şey eklemiştim.) şimdi bunları çıkarıp içine girmek için yerlerde süründüğüm pantolonu mu giyecektim? Eşek gibi de giyecektim. Sonuçta Güneş de gelecekti. Ne kadar ev halimle görmüş olsa da onun olacağı yere böyle gidemezdim.

            Yarım saat sonra içine girmek için yerlerde süründüğüm siyah pantolonum, siyah sırt dekolteli kazağım, dolgu topuklu çizmelerim ve kaşe montumla evden çıkmaya hazırdım. Niyeyse bu kez Güneş’i görmeye eskisi kadar hevesli değildim. Selin’le konuşmalarımızdan mı etkilenmiştim acaba? Hayır kesinlikle alakası yoktu. Bu bambaşka bir şeydi. İçimde kötü bir his vardı.

            -Selam!

            Bütün sevimliliğimi suratıma yükledim her biriyle ayrı ayrı sarılıp öpüşürken. Çok mutluymuşum da aman dünya benim etrafımda dönüyormuş da hiçbir sorunum yokmuş da mutluluktan ölecekmişim neredeyse izlenimi yarattım. Biraz fazla abartmış olmalıyım ki Gökmen şaşırdığını gözleriyle belli etmişti. Anlamamış gibi davranıp Serkan’ın karşısına geçip oturdum. Kahve içmek için en berbat canlı müzik yapan kafeyi seçmişlerdi ve bu benim hiç hoşuma gitmemişti. Ona rağmen hala gülüyordu yüzüm. Güneş’e bakılacak olursa o da çok mutlu görünüyordu. O yüzden bu sahte gülüşlerimi fark etmemişti bile. Telefonu da her zamanki gibi elindeydi. Oturma düzenini çaprazımda kalacak şekilde ayarlamışlardı ki mesajlarını görmeyeyim. Bu çok akıllıcaydı. Bir yolunu bulup artık kiminle konuştuğunu öğrenmem gerekiyordu.

            Masadaki sohbet Serkan’la ikimiz sayesinde dönüyordu. Kimsenin konuşmaya niyeti yoktu. Güneş’i anlamıştım da Gökmen’e ne oluyordu acaba? Aklım da Güneş’in telefonundaydı. Kimle konuştuğunu öğrenmek için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Derken aklıma bir şey geldi. Güneş ve Gökmen’in bizle ilgilenmediğine emin olduktan sonra müziğin yüksek sesinin avantajını kullanıp Serkan’a doğru eğildim.

            -Kimle konuşuyor Güneş?
           
            -Bilmem. Bakmadım hiç.

            -Bi bakar mısın?

            Tamam dercesine bir bakışla arkasına yaslandı. Ben de hiçbir şey olmamış gibi yeni bir sigara yakıp Gökmen’le konuşmaya başladım. O sırada Serkan ona yaklaşmamı işaret etti.

            -Bilmiyorum kimle konuştuğunu ama tartışıyorlar şuan.

            -Nasıl bilmiyorsun? Kayıtlı değil mi?

            -Abc diye kayıtlı.

            Yok artık. Güneş şüphelenmiş ve kızın adını değiştirmişti. Böylelikle ben görsem de kim olduğunu öğrenemeyecektim. Bu kadar düşündüğüne göre öğrendiğimde benim canım fazlasıyla yanacaktı. Anlaşılan Güneş ciddi ciddi aşık olmuş ve kızı sır gibi saklıyordu. Arkama yaslanıp özenle sürdüğüm ojeleri kemirmeye başladım. Hazmetmem gerekiyordu ve bunun yeri kesinlikle burası değildi. Hele ki Güneş karşımda o kızla konuşmaya devam ettiği sürece hazmetmenin h’sini bile başaramazdım. Derken Güneş’in Gökmen’e doğru eğilip konuşmaya başladığını gördüm.

            -Bu kız laftan anlamıyor ya.

            -Niye noldu?

            -Anlatıyorum anlatıyorum hala başa sarıyor. Kavga ediyoruz bi saattir.

            -Hadi ya. Yapacak bir şey yok. O da kendine göre haklı.

            Gökmen bana resmen yalan söylemişti. Güneş’in kimle konuştuğunu adı gibi biliyordu ve bana bilmediğini söylemişti. Güneş’in bir saattir kavga ettiği ben öğrenmeyeyim diye kendini parçaladığı Abc’den başkası değildi ve Gökmen kimle kavga ettiğini bile sormamıştı. Üstüne bir de o da kendine göre haklıyı yapıştırmıştı. Her şeyi biliyordu Gökmen. Bütün detaylara hakimdi. Peki benden neden gizlemişti? En başta beni pohpohlayıp Güneş’in kollarına atan o değil miydi? Şimdi nasıl olurdu da saklardı benden?

            Güneş’in telefonu şarja vermek için kalkışını fırsat bilip Gökmen’e patladım.

            -Güneş’in kimle mesajlaştığını biliyorsun! Bana yalan söyledin! Neyi saklıyorsun benden?

            -Kızım bi sakin olsana sen. Sana söylemek zorunda değilim.

            -Ne demek söylemek zorunda değilim? Bu adamı aklıma sen soktun. Koray’la birlik olup ilmik ilmik işlediniz beynime. Önce o geri çekildi şimdi de geri çekilme sırası sana mı geldi?

            -Ben bir şey yapmadım. Sen kendi kendine aşık oldun.

            -Emin misin? Bir daha düşün istersen?

            -Senin paranoyalarından bıktım artık! Güneş seni sevmiyor işte niye zorluyorsun hala?

            -Şimdi böyle oluyor değil mi? Her şey toz pembeyken can ciğer, çığrından çıkınca bütün suç benim! Bu mu senin arkadaşlığın?

            Gökmen cevap vermek için ağzını açtığı sırada Güneş masaya gelmişti. Tartışmayı, bağrışlarımı elbette duymuştu. Duymasa bile canlı müziğe ara verildiği sırada bağrışlarım bütün mekanı ayağa kaldırmış, herkes susmuş bizi izliyordu. Garip bir şekilde ne olduğunu sormadı. Meraklı bakışlarını kimsenin üzerine dikmedi. Oturup sigarasını yaktı. Gökmen hiçbir şey olmamış gibi telefonundan komik bir videoyu açıp Güneş’e izletti. Bu vurdumduymazlığa daha fazla tahammülüm yoktu. Bir anda ayağa kalkıp en sakin tavrımı takınmaya çalıştım.

            -Sabah dersim var benim. Artık gitsem iyi olur.

            -Tamam canım iyi bak kendine.

            Gökmen hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Az önce beni yüz üstü bırakan o değilmiş gibi sarılmıştı. Güneş de ifadesiz bir şekilde hoşça kal demiş Serkan ise sarıldığı sırada canımı sıkmamam gerektiğini söylemişti. Bu kadar umarsızlığı kaldıracak mideye sahip değildim açıkçası. Bu da neyin nesiydi böyle? Güneş duysa ne olurdu duymasa ne olurdu? Her şey zaten ortada değil miydi? Daha fazla ne öğrenebilirdi ki?

            İçimdeki kötü his boşuna gelip de oturmamış göğsüme. Evden çıkmadan biliyordum kötü bir şeyler olacağını. Hiç gelmemeliydim bugün buraya. Hiç.

            Pijamalarımı üzerime geçirip sigaramı yaktım. Bu öyle bir şeydi ki paket paket içtiğim sigara bile yediğim bu kazığı sindirmeme yardım etmeyecekti. Başka bir şey bulmam gerekiyordu. Bu saatten sonra hiçbir şey olmamış gibi de davranamazdım. Ne Güneş’e ne de Gökmen’e. Hele ki Gökmen benden özür dileyene kadar yüzüne bakmayı bile düşünmüyordum. Onun da özür dilemek gibi bir huyu olmadığına göre ya ben bu beklentimden vazgeçecektim ya da bir daha birbirimizin yüzüne bakmayacaktık.

            Yatağa girdiğimde kapının çalmasıyla yerimden zıpladım resmen. İki yıldır bu evde yaşıyordum ve bir orduyu uyandırma kapasitesine sahip zilin desibeline hala alışamamıştım. Birini bekliyorsam bile kapı çaldığında korkardım ki gecenin bu saatinde bir beklenen de yokken ne diye çalmıştı? Saat ikiye geliyordu. Yatağımdan kalkıp üzerime hırkamı aldım ve kapının kilitlerini bir bir açmaya başladım. Bir yandan da kapı deliğinden kimin geldiğini görmek için gözümü kırpmadan bakıyordum. Apartmanın ışığının yanmasıyla birlikte Güneş’i görmem bir oldu. Bu saatte Güneş’in kapımda ne işi vardı?

            -Güneş? Ne oldu? Hayırdır?

            Yüzümde şaşırmakla birlikte küçük de bir mutluluk ifadesi vardı. Acaba ne konuşmaya gelmişti? Sabahı beklemek ya da aramak yerine kalkıp geldiğine göre konuşacaklarımız önemliydi. Belki de yaşattığı her şey için özürler dileyecek, beni sevdiğini söyleyecekti. En baştan başlayacaktık. Olan her şeyi unutup biz olacaktık ve mutluluğa kucak açacaktık.

            -Sabah erken kalkacağını söyledin ya. Benim de erken kalkmam lazım. Bizimkiler de içeceklermiş. Sende kalabilir miyim? Beni de uyandırırsın sabah. İşim var da. Eve gitsem uyuyamam. Sonra da uyanamam.

            Adam resmen beni kullanıyordu. Erken kalkmak için bende kalmayı teklif etmişti. Yaşadığım hayal kırıklığının boyutunu anlatmama yetecek kadar sözcük bilmiyordum. Yüzümdeki gülümseme yerini hayal kırıklığıyla birlikte dolan gözlerime bırakmıştı. Kafamı çevirip kendime azar kaydıktan sonra Güneş’e döndüm.

            -Tabii kalabilirsin. Gel.

            Böylelikle Güneş bir gece daha bende kalacaktı. Fakat bu kez durum bambaşkaydı. Güneş bana açıkça seni alarm olarak kullanabilir miyim demiş ben de seve seve diye cevap vermiştim. Kullanıldığımı bile bile ne diye hayır diyememiştim yine?

            Size tavsiye: sevginizin boyutu ne olursa olsun bu denli kullanılmaya izin vermeyin. Kendinizi parçalayın yine de yapmayın bunu.  

            Salondaki koltuğu açıp çarşafı serdikten sonra yorgan ve yastığı da üzerine bırakıp Güneş’in gözlerine baktım. Herhangi bir şey söyler mi diye. Elbette onunla uyumamı teklif etmesini istiyordum ama bunu yapmayacağını da çok iyi biliyordum. Başka bir şey söyleyebilirdi ama. Ne bileyim yüzüme yeniden tebessüm konduracak bir şeyler belki…

            -Teşekkür ederim. İyi geceler.
           
            İyi geceler… hepsi bu. Onca beklentiyle gözlerinin içine içine bakmıştım. O ise iyi geceleri layık görmüştü bana. Yalnızca iyi geceler…

            -İyi geceler.


            Yatağıma geçtiğimde salonda Güneş’in olduğu gerçeğiyle mutluydum. Ama ondan ayrıydım. İyice uzaklaşmıştık birbirimizden ve Güneş’in hayatında artık biri vardı. Ciddi ya da değildi. Güneş benden saklamak için olağanüstü bir performans gösteriyordu. Bu bana gerçekliğin boyutunu fazlasıyla belli etmişti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen