Alkımın Güneşi "Bölüm 38"



O günden sonra sıradanlaşan ve monotonluğa bağlayan birkaç gün geçirdim. Öyle ki artık sabahları erken kalkıyor, yürüyüşümü yaptıktan sonra duşumu alıp salam ve sucuklu yumurta barındırmayan kahvaltılar yapıyor akşamları ise kendi yaptığım yemekleri afiyetle yiyordum. Böylelikle hem fazla harcamalardan kaçınıyor hem de sağlıklı besleniyordum.

Bu birkaç gün içinde elbette Güneşlerle bir araya geldik fakat bu bir araya gelişler dışarıda kahve içmek ya da Koraylarda film izleyip olaysız evlere (herkes kendi evine) dağılmaktan öteye geçmedi. Tabi Güneş’in telefonu da ısrarla elinden düşmedi. Artık fazlasıyla merak ediyordum neler olup bittiğini de ağzımı açıp da bir şey soramıyordum bir türlü. Kafam da milyon tane senaryo kuruyor, kendi kendime sinir krizleri geçiriyordum. Bunun yanı sıra nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde bir yandan Güneş’i özlüyor bir yandan da kurduğum düzenin bozulmasını istemiyordum. Sabaha karşı yağlı hazır yiyecekler yiyip uyumalar bir kenara bırakılmıştı. Hava kararmak üzereyken uyanmalar da. Güneş için değer miydi bozuk düzene? Elbette değerdi. Güneş’ti o sonuçta. Sevdiğim adam… Yeniden eskiye dönecek olsak kurduğum düzeni bir çırpıda yine çöpe atardım.

Öyle de yaptım.

Güneş’le birbirimize arkadaşlık sözleri verdiğimiz (bir ayağım havadaydı.) gece Gökmen’in abim geliyor diye bahsettiği “Serkan abi” İzmir’e gelmişti en sonunda. Gökmen bir heves arayıp fazlasıyla neşeli ses tonuyla haberi vermişti.

-Nerdesin kuzum?

-Konak’tayım canım noldu?

-Napıyorsun?

-Hiç kahve içiyorum.

-Abim geldi de biz de geliyoruz o tarafa. Tanıştırcam sizi.

-Olur canım tanışalım.

Oturduğum kafeyi enine boyuna Gökmen’e tarif ettikten sonra beklemeye başladım. Gökmen’in karakteri ortadaydı. Böylesine taptığı bir abi muhtemelen ruh eşi falandı. Ama abi olduğuna göre Gökmen’e kıyasla daha mantıklı davranıyor olmalıydı. Umarım öyleydi yani. Yoksa benim çekeceğim vardı. Sonuçta adam kalkıp İzmir’e gelmiş. Birkaç hafta kalmadan gitmezdi herhalde değil mi?

Bir saat boyunca bir kahve daha ve peşine de iki çay içtikten sonra Gökmen ve abisi Serkan geldi. Aynı rahmin çocukları oldukları ne kadar belli olsa da tanımlayamadığım bir “benzemezlik” vardı aralarında. Gökmen sapsarı saçlara sahipken abisi daha kumraldı ve Gökmen’in mavi gözleri yerine Serkan’ın gözleri kahverengiydi. Aralarında hemen hemen beş altı santim falan vardı. Serkan kesinlikle Gökmen’den daha zayıftı. Bu haliyle hasta insanları andırmıyor da değildi hani. En çok benzeyen yanlarıysa aynı uzunlukta olan saçlarını aynı el hareketiyle kenarı atmalarıydı.

Klasik tanışma sahnesinden sonra abisinin de en az Gökmen kadar sıcakkanlı olduğunu fark ettim ve telefonla konuşmak için bizi yalnız bırakan Gökmen’in yokluğunu hissetmedim. Serkan’ın benden sadece iki yaş büyük olduğunu öğrendim. Sonuçta Gökmen benden iki yaş küçüktü. Bu durumda aralarında dört yaş vardı. “Abi” ön koşulunu böylelikle ortadan kaldırıp Serkan diye hitap etmeye başladım. Böylesi beni fazlasıyla rahatlatmıştı. Birkaç dakika sonra konu nasıl olduysa Güneş’e gelmişti yine.

-Gökmen biraz bahsetti ama…

-Niye bahsediyormuş? Beni tanımıyorsun bile.

-Yok be kızım. Geçen akşam odada konuşuyordu ya benimle. O zaman çıtlattı azıcık.

-Hııı.

-Anlatmak istersen dinlerim.

Böylelikle hikayemi bir kişi daha öğrenmişti. O kişi Güneş’in kuzeniydi ve Güneş onu çok seviyordu. Bana elbette faydası dokunurdu tahminimce. Hiç yoktan yanlış yapıyosun ya da doğru yapıyorsun diyebilirdi bana. Hoş! Söz konusu aşk olduğunda yanlış; kime göre yanlış ve doğru; kime göre doğruydu? En nihayetinde aşk bütün kuralları alt üst ederdi.

-Bu akşam rakı ısmarlayacağım bizim çocuklara. Davet etmek isterdim ama sen varken Güneş’i sıkıştıramam, laf alamam ağzından.

-Sen yeter ki laf al. Ben yeri yarar içine girerim.

Böylelikle bir rakı sofrasından daha men edilmiştim. Gerçi çok da niyetim yoktu bu akşam alkol almaya. Düzenimi bu kadar erken alt üst etmek istemiyordum. Ne kadar laf almaya çalışacak olsa da olanlar belliydi. Bir şeylerin olmayacağı da gün gibi ortadaydı. Benim de artık onsuz bir hayata alışmam gerekiyordu.

-Ama sen akşam gel. Yemek yeriz. Sen gittikten sonra içeriz biz.

-Emin misiniz?

-Evet evet. Gel sen.

Gökmen’in de onaylayıcı bakışlarının ardından birkaç gündür ortalarda görünmeyen Güneş’le artık yüzyüze gelme zamanı olduğunu anladım. Hesabı ödeyip kalktık. Ne yemek yapacağımızı uzun süre düşündükten sonra köfte patates pilavda karar kıldık ve malzemeleri alıp Güneş’in evine geçtik.

Birkaç gündür görüşmediğimiz halde sıcacık bir sarılmayla karşıladı beni kapıda. Her zamanki gibi yine eridim yine allak bullak oldum. Toparlanamayacağım belliydi de belli etmemem gerekiyordu. Ben de öyle davrandım.

-"Pilavı ben yaparım" diye atladı Güneş bir anda.

-Aaa yok canım. Siz oturun. Ben hallederim hepsini.

-Yok ya laf yapıyorsun sonra. Hem benim pilavım çok güzel bir kere. Denemen lazım.

-Ne laf yapıcam ya? Emin misin sen pilavının güzel olduğuna?

-Evet Güneş çok güzel pilav yapar.

Gökmen lafın arasına girip atışmamıza noktayı koymuştu. Güneş’i yeteri kadar tanıdığımı düşünüyordum ve bu adamın pilav yapmaktan haberi olmadığına karar vermiştim aslında. Şaşırmıştım. Her şeyden bi haber el bebek gül bebek büyütülen adam pilav yapmayı nerden bilebilirdi ki?

Kenarı çekilip yardım ediyor bahanesiyle Güneş’i izlemeye başladım. Serkan ve Gökmen odaya çekilmiş bilgisayarın başına geçmişlerdi. Belki de Serkan bizi yalnız bırakmak istemişti. Güneş bütün dikkatini toplamış pirinç tanelerini özenle yıkıyordu. Bunu yaparken de fazlasıyla zevk aldığı her halinden belliydi. Varlığımdan bile habersizdi o an. İşime gelmişti. Böylelikle ona diktiğim gözlerimi görmüyor ben de onu içimden geldiğince izliyordum.

O sırada boynunda bir iz gördüm. Başta ışıktan yanlış gördüğümü düşünüp daha dikkatli izleyince gerçekle karşı karşıya kaldım. Avuçlarım terledi, gözlerimin içi yandı, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bir zamanlar benim dudaklarımın bıraktığı iz, başkası tarafından Güneş’in boynuna özenle yerleştirilmişti. Hayır canım. Belki bir yere vurmuştur? Boynunu mu? Hiç sanmıyorum. Eee peki neyin nesi bu? Kim yaptı bunu? Güneş’in görüştüğü kimse yoktu ki! Var mıydı ya da? Vardı tabi. Daha geçenlerde konserdeyken telefon elinden düşmemişti. Peki kimdi bu imzayı atan? Güneş benim diye avaz avaz bağıran kadın kimin nesiydi?

-Gökmen bi gelir misin?

-Noldu?

-Bir şey soracağım.

Kimseye çaktırmadan Gökmen’i kenarı çekip Güneş’in boynundaki izin nereden geldiğini o kadının kim olduğunu sordum. Bilmiyorum cevabını aldım. Buna inanmadım elbette. Çünkü Güneş ve Gökmen ne yaparsa yapsın birlikte yaparlardı. Yaptıkları doğru da olsa yanlış da olsa birbirlerinin haberi mutlaka olurdu. Hangi iz? Bile demeden bilmiyorum diye cevap vermişti Gökmen. Yalan söylemişti. Sormasını istedim. İkiletmedi beni. Odada kalmamı söyleyip mutfağa Güneş’in yanına gitti. Aralık kapıdan izliyordum. Bir şeyler söyledi Güneş’e ama ne dediğini duyamadım. Fısıltıdan bile alçaktı bu konuşma. Güneş kafasını tencereden kaldırmadan cevap verdi ve Gökmen yanıma geldi.

-Söylemiyor.

-Nasıl yani?

-Beni ilgilendirmezmiş. Öyle dedi.

-Emin misin?

-Evet.

Gökmen bir kez daha yalan söylemişti. Bir kere bu Güneş’in tarzı değildi. Gökmen’e asla bu şekilde konuşmazdı. Hadi konuştu diyelim. Gökmen buna mutlaka bozulurdu. Ama konuşma esnasında yüzünde bir damar bile kıpırdamamış sanki “yemek ne zaman hazır olur?” sorusuna cevap almaya gitmiş gibi davranmıştı. Belki de böyle sormuştu. Peki bugüne dek ister iyi ister kötü olsun her şeyi dobra bir şekilde yüzüme söyleyen Gökmen bu kez neden saklamıştı? Tahmin ettiğimden daha büyük bir şey vardı belki de. Bu sefer öylesine bir ilişkinin içinde değildi belki de Güneş. Bir kadına aşık olmuştu belki. Böylesinin canımı daha çok acıtacağını düşündükleri için de saklamışlardı benden. Bu kafamda kurduğum senaryolardan yalnızca biriydi.

Yemeği yedikten sonra kaçarcasına çıktım evden. Güneş de kalmam için herhangi bir şey söylemedi zaten. Oysa boynundaki izi gördükten sonra gitmeye niyetim yoktu. Bir şeyler öğrenebilmek durumu kontrol altına alabilmek için kalmaya niyetlenmiştim. Kal desinler diye de yem atmıştım ama başta Serkan’la anlaştığımız için onlar kal diyemezdi. Güneş de sen bilirsini yapıştırdıktan sonra kalmam için hiçbir sebep kalmamıştı artık. Ah Güneş! Gerçekten aşık mı oldun sen? Bu nasıl can yakan bir şüphedir böyle? Şüphesi bile böylesine yakarken canımı gerçeğine nasıl tahammül edebileceğim peki?

Eve geldikten sonra senaryoları farkına varmadan çoğalttım beynimde. İşin kötüsü bir tanesi bile iyi değildi. Hepsi Güneş’in bir kadına aşık olduğuyla başlıyor benim yıkılışımla son buluyordu. Saat biri geçmişti ve sabah gitmem gereken bir ders vardı. Bir yandan da bozmak istemediğim bir düzenim… Bir yandan da aşık olduğum adamın başka bir kadına aşık olma ihtimali… Artık uyumam gerekiyordu. Yatağa yattığımdaysa senaryoları değerlendirmeye başlamıştım. Güneş eğer aşık olmuşsa ne yapacaktım, bundan sonra neler olacaktı?


Güneş’in aşık olduğu kadını ellerini, ayaklarını bağlamış; uçurumun kenarında kafasına sıkıp denize atacakken uyuyakaldım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen