Alkımın Güneşi "Bölüm 41"
Alarm çaldığında uyanmam gereken saate henüz iki saat vardı.
Bu çalan Güneş’in telefonuydu. Alarmı duymuyordu. Ben odadan duyup uyandığım
halde o farkında bile değildi yanıbaşında çalan telefonun. Nasılsa susar diye
kalkmadım. Ama telefonun susmaya niyeti yoktu. Bu alarm değildi. Sustuğu gibi
tekrar çalmaya başlıyordu çünkü.
Güneş’in
yanına gidip telefona uzandım. O arıyordu. Telefonunda Abc şeklinde kayıtlı
olan kişi. Saat sabahın beşiydi. Bu saate kadar aramayıp şimdi ne diye peşpeşe
aramaya başlamıştı peki? Belki de Güneş’in evine gidip evde olmadığını görünce
nerede olduğunu öğrenmek istemişti. İçimden telefonu açıp Güneş duşta demek
geçti. Ama ne yaşanmış olursa olsun vicdanım bunu yapmaya el vermedi. Belki de
Güneş çok seviyordu onu? Bu ilişkiyi mahvedemezdim. Güneş’in de uyanmaya niyeti
yoktu. Benim de Abc’nin kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu.
Güneş’in telefonunu alıp odama
geçtim. Bir sonraki aramayı beklemeye başladım. Diğer elime de kendi telefonumu
alıp tuşları açtım. Bir dahaki aramasında ismin altında çıkan numarayı
telefonuma kaydedecek ve kızın fotoğrafına bakacaktım. Ama birkaç dakika
öncesine kadar deli gibi çalan telefon bir türlü çalmak bilmiyordu bu kez.
Vazgeçip telefonu Güneş’e götürüyordum ki bir daha çaldı. Hızlıca numarayı
telefonuma kaydettim. Sonra Güneş’in telefonunu sessize alıp aldığım yere geri
bıraktım. Şimdi yüzleşmem gereken bir gerçek vardı ama ben buna ne kadar
hazırdım? Kaçma şansım yoktu. Öğrenmeyi deli gibi istiyordum. Bu kadar
yaklaşmışken vazgeçemezdim. Ya şimdi öğrenecektim ya da sonsuza dek merak
edecektim.
Kişilere girdim. Tıpkı Güneş’in
yaptığı gibi Abc olarak kaydetmiştim. En başta çıktığını gördüm. Profil
fotoğrafının yüklenmesini beklerken saniyeler bir asır gibi geldi. Geçmek
bilmedi. Ve fotoğraf açıldı. Gerçek bütün çıplaklığıyla karşımda duruyordu.
Ellerim karıncalanmaya başlamış, gözlerim kararmıştı. Kalbim yerinden çıkacak
gibi çarpıyordu.
Ekranda açılan fotoğraf…
Fotoğraftaki kız…
Oydu…
Tuğçe bütün kahpeliğiyle karşımda
duruyordu.
Abc diye kaydettiği, bir şey
hissetmiyorum dediği, takıldık bitti dediği kız, benden köşe bucak sakladığı
mesajlarının başrolünden başka bir şey değildi. Herkesi hayal etmiştim oysa bu
fotoğrafta. Aklımdan geçmeyen tek kişi Tuğçe’ydi. Olamazdı çünkü. Güneş bana
böyle söylemişti.
Benden neden böylesine
sakladığını şimdi anlıyordum. Konu beni üzülmem ya da kırılmam değildi. Konu
Güneş’in bana söylediği yalandı. Tuğçe’nin hayatından çıktığını söylemişti ve
şimdi Tuğçe bütünüyle Güneş’in hayatını kaplıyordu.
Yalan söylemişti…
Tıpkı Gökmen gibi…
Yüz üstü bırakmıştı beni…
Önce Koray, sonra Gökmen, şimdi
de Güneş…
Canımdan birer parça olarak kabul
ettiğim üç adam da teker teker canımdan can almışlardı.
Alarm çaldığında ayaktaydım.
Yüzleştiğim gerçekten sonra bir daha uyku girmemişti gözüme. Son birkaç günde
çok fazla gerçeği kabullenmem gerekiyordu. Yutmam gerekiyordu artık her şeyi.
Bir şekilde de sindirmem gerekiyordu. Öğrendiklerimi de Güneş’e belli etmemem
gerekiyordu elbette. Yoksa bütünüyle çekerdi kendini. Göz pınarlarımdaki
kurumuş yaşları silip hiçbir anlam ifade etmeyen yüzümle Güneş’in yanına gidip
başucuna oturdum.
-Güneeeş. Uyan hadi.
Elbette uyanmadı.
-Güneeeeş. Saat yedi oldu. Geç
kalacaksın her ne yapacaksan.
Bir şeyler söyledi ama yüzünü
yastığa gömdüğü için hiçbir şey anlaşılmadı.
-Güneş hadi kalk artık. Geç
kalıcam derse!
-Tamam kalktım ya.
-Telefonuna bak istersen. Israrla
çalıyordu bir saat öncesine kadar.
-Kim aradı?
Telaşlanmıştı. Bir anda yerinden
fırladı.
-Bilmem bakmadım.
-Emin misin?
-Neden? Sakladığın bir şey mi
var?
Bu kez hazırlıksız yakalanmıştı.
-Hayır canım ondan demedim.
-Eee o zaman?
-Ben bi yüzümü yıkayayım.
-Bence de.
Telefonu da eline alıp banyoya
koştu. Şüphelenmişti. Aynı zamanda yüzümdeki ifadesiz ifadeden korkmuştu. Beni
biraz olsun tanımışsa eğer öğrendiğimi de adı gibi biliyordu. Ben çok düşündüm;
düşünme sırası artık ona geçmişti. Bugünden sonra Koray, Gökmen ve Güneş için
parmağımı kıpırdatırsam namerttim. Bitmişti işte. Nefretim, sinirim galip
gelmişti. Kalbimi kasıp kavuran aşkı bir anda alt etmişti. Nefretin sevgiden
daha güçlü olduğunu anlamıştım. Hayatımın bu noktaya gelişinde üçünün de emeği
vardı. El birliğiyle uçurumun kenarına itelemişlerdi beni. Canı yanmış bir kadından
daha tehlikelisi de yoktu elbette. Bundan sonra onlar düşünsündü.
Hazırlanıp evden çıktıktan sonra
Güneş çaktırmadan bana bakıyordu. Bir şeyler anlatıyor, konu açıyor, bense kısa
ve net cevaplar verip yeniden ölüm sessizliğime bürünüyordum. Fazlasıyla
endişelenmişti artık. Sormaya da cesareti yoktu. Alacağı cevaptan, duyacağı
küfürlerden korkuyordu belki de. Öyle ya da böyle yolun ayrılacağımız kısmına
gelene kadar lafları ağzımdan cımbızla almak zorunda kalmıştı. Bu şey bir
yandan da beni zevkten dört köşe ediyordu. Hiçbir şey olmamış gibi sarılıp
sıcacık ses tonuyla hoş çakalı da yapıştırınca Güneş iyice afalladı. Olduğu
yerde kalakaldı bir süre. Hareketlerimi anlamlandırmaya çalışıyor ama hiçbir
kılıf uymuyordu bu davranışlarıma. O uğraşa dursun, ben intikam planlarıma
başlamıştım bile. Hoş! Beni sevmeyen adamın hangi plan zoruna giderdi ki?
Olsun. Denemeye değerdi.
Okuldan çıkar çıkmaz bir süredir
benimle görüşmek için can atan ama benim ısrarla yok saydığım, görmezden
geldiğim adamı aradım. Poyraz’ı. Artık kendime bir yol çizmem gerekiyordu ama
öncelikle Güneş’i unutmalıydım. Bu durumda en iyi yardımı beni en az benim
Güneş’i sevdiğim kadar seven biri yapabilirdi. Poyraz bu konuda çok başarılı
olabilirdi.
-Aramanı beklemiyordum.
-Ama aradım. Görüşebilir miyiz?
-Bugün çok müsait deği…
-Tamam boş ver o zaman.
-Bekle!!! Halledebilirim. Tamam
görüşelim.
-Bir saat sonra uygun mu?
-Uygun.
Şaşırmıştı
aramış olmama. Beklemiyordu çünkü. Değil aramamı, yaşam belirtisi göstermemi
bile beklemiyordu. Çünkü en son fazla sert çıkışmıştım. Kendisinin de o günden
beri aramaya cesareti olmamıştı. Ama bu fırsatı da kaçıramazdı elbette. Ne işi
vardıysa ertelemişti bir şekilde.
Bir saat
sonra kordondaki kafeye vardığımda çoktan gelmiş beni bekliyordu. Görür görmez
gözlerinin içiyle gülmeye başladı. Mutlu olmuştu. Bunu anlamak için yüzüne
bakman yeterliydi.
Poyraz,
uzun boylu, sporcu vücutlu sarışın bir adamdı. Kaslarını fark etmek için çıplak
olmasına gerek yoktu. Karşında dimdik dursun, karnındaki baklavaları bir
çırpıda sayardın, üzerinde ne olursa olsun. Ela gözleri vardı. Güzel, tok bir
ses tonu… bütün bunların yanı sıra ailesinden kendisine geçmiş bir
muhafazakarlık vardı. Biraz da geri kafalılık. Bir keresinde telefonla
konuşurken odaya kardeşi girdiğinde ondan çekinmiş ve telefonu yüzüme
kapatmıştı. Bu en basit örneklerden biriydi. Bu ikinci buluşmamız olmasına
rağmen muhafazakarlığının boyutunu anlamıştım bile. İyi de ben buyum. Kimseyi
zorla tutmuyorum sonuçta yanımda. Ben şort da giyerim, mini etek de. Madem
benim kıyafetim hoşuna gitmiyor, en başta yaklaşma bana.
Bu konudaki
tutumunu az da olsa hafiflettiği her halinden belliydi. İlk buluşmamızda
giydiğim elbiseye demediğini bırakmayan adam, bugün üzerimdeki daha da kısa
olan elbiseyi görmezden geliyordu resmen. Kötü biri değildi Poyraz. Sorunlar da
konuşulup çözülebilirdi. Denemeye değerdi.
-Sevgili
olalım.
-Anlamadım?
-Baya
sevgili olalım işte. Var mısın?
-O ne öyle
iddiaya girer gibi.
-Tamam
vazgeçtim.
-Vazgeçme
ya tamam. Olalım. Ama ne oldu böyle? Daha düne kadar yüzümü bile görmek
istemiyordun?
-Herkes
şansı hak eder.
-Öyle
olsun.
-Ama baştan
söyleyeyim. Sana bir şey hissetmiyorum. Sadece denemek istiyorum. Sana şans
vermek istiyorum. O yüzden ben elini tutmadığım sürece elimi tutmaya kalkma.
Öpmeyi hiç deneme. Anlatabildim mi? Öyle her gün görüşmeyi falan da sakın
düşünme.
-İşe mi
başlıyoruz sevgili mi oluyoruz belli değil.
-İşine
gelirse.
-Tamam o
zaman.
Kendine
güveni fazlaydı. Kabul etmişti çünkü beni kendine aşık edeceğini düşünüyordu.
İçimde kopan fırtınalardan bihaberdi. Ama uyarmıştım onu sonuçta. Bir şey
hissetmediğimi de söylemiştim. Kabul etmeseydi madem. Ya da kabul etti, ona
göre alsın artık önlemini canım.
-Ben
gidiyorum.
-Nereye ya?
Daha yeni gelmiştin?
-İşim var.
-Bir daha
ne zaman görüşürüz?
-Hele ki
bunu sakın yapma Poyraz.
Poyraz’ın
şaşkın bakışlarını ardımda bırakıp metroya doğru yürümeye başlamıştım. Haklıydı
şaşırmakta. Sevgili olmak böyle olmazdı. Ama içimden gelmiyordu. Elimde değildi.
Acaba hata mı yapıyordum Poyraz’ı hayatıma alarak? Vaz mı geçseydim her şeyin
başındayken? Hayır Alkım vazgeçmek yok. Güneş’e haddini bildirmek için çıktığın
bu yolda ölmek var dönmek yok.
Yorumlar
Yorum Gönder