Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnsan

Resim
İnsan kaç cümleyi yutar? Kendisine söylenen kaç çirkin söze susar? Biten kaç aşkın ardından ağlar? Kaç kişiye ağıt yakar? Mesela insan kaç ölüm görür ve bir insan kaç kez gömülür? Ne kadar kapatsa da kendisini yeniliklere, insan her geçen gün bir yeniliği giydirir bedenine. Farkında bile olmaz çoğu zaman. İmkansızlar imkan yaratır kendine. Baktığı hep aynı da olsa her geçen gün baktığı şeyden gördüğü bambaşka olur. Farkında olmaz insan. Aynaya bakar gibi bakar çünkü baktığına. Her gün biraz daha yaşlanır ama farkında olmaz. Baktığı da her gün biraz daha farklılaşır; insan anlamaz. Düşünmez çünkü. Baktığı şey dünyanın en güzel mucizesi de olsa bir çöp parçası da olsa; değişir. Günden güne kötüleşir aslında her şey. İnsan günden güne kötüleşir. Sağlığı iyiye gitse, ruhu kötüleşir. Bazen duyguları... Bazen umutları kötüleşir. İnsan her geçen gün biraz daha kötü olarak şekillenir. Peki insan en çok ne kadar kötüleşebilir? Bir insan kaç küfrü üzerine giyebilir? Kalbini tekme tokat

Kaçıncı

Resim
Uzun süre ayrı kalmışız seninle. Ama ne uzun! Öyle ki; mevsim değişmiş ayrı kaldığımız zaman diliminde. Sonra bi' kavuşmuşuz biz! Ama ne kavuşma o! Serin yaz akşamları gibi... Kızgın kumlardan serin sulara atlamışız adeta. Yaprak dökmüş ağaçlar, serin akşamların sabahında. Mevsim turuncu olmuş. Sen öperek susturduğunda beni yanaklarımın turuncusu...  Öyle bi' kavuşmuşuz ki; birer büyük açmış her masa şerefimize. Işıl ışıl yanan lambaların altındaki herkes bizi konuşmuş. Öyle sarılmışsın bana. Gelişine kalkmış kadehler; Alsancak'ın şiir kokan sokaklarında. Sonra bir şiir dökülmüş senin dudaklarından; gözlerimin içine baka baka. Yanan sigaralarımız unutulmuş tablasında. Daha ilk kadehte sarhoş olmuşuz.  Dudaklarımız! Anasona bulanmış dudaklarımız, mühür olmuş birbirine.  Sonra gece... Sevmişiz birbirimizi ama ne sevmek! Kokunu nefes diye çekmişim içime. Ellerin! Yüzümün her santimini ezberlemiş. Ben o gece boynuna aşık olmuşum.  Sonra sabah! Sen en sevdiğ

Sana Rağmen

Resim
Öyle bir şey var ki seninle aramızda! Bazen yokken bile aklımdasın. An oluyor; olduğun anları unutuyorum. Nefes alamıyorum bazen yanında. Bazen de yokken nefes alamıyorum. Bazı anlar seni görmek için oyunlar oynarken; bazı anlar ise seni gördüğümde yanında olmak istiyorum. Sensiz bitirmek istemiyorum hiçbir günü. Göğsünde uyumak istiyorum. Rüyalarında sayıkladığın onlarca anıya eşlik etmek istiyorum. Sabah kahvaltılarına, öğle, akşam yemeklerine, içtiğin kahvelere... Öyle anlar geliyor ki sadece sana koşup anlatmak istiyorum. Öyle mutluluklarım, öyle hüzünlerim... Bazen sokakta başını okşadığım köpekten bile bahsetmek istiyorum sana. Sensiz geçirdiğim her anımda aldığım nefeslerden bahsetmek istiyorum. Sonra kim olduğunu hatırlıyorum. Hiçbir şeyin olmadığım geliyor aklıma ve susuyorum bazen. Sebebini sorduğun susuşlarım bundan çoğu zaman. Sohbetin tam ortasında öperek susturmak istiyorum seni. Bazense başımı omzuna yaslamak ve saçlarımı okşaman senin. En çok da gözlerimi... A

Bi' Beni

Resim
Yüzümdeki kocaman tebessümden kalan birkaç parça, bin parçaya bölünmüş kalbim, üzerinde tepinilmiş umutlarım, hayal kırıklarım ve kocaman aşkım! Toparladım hepsini bir araya. Birer sandalye çektim her birine. Birer bira açtım sonra. Mezarlık manzaralı, rüzgarı hiç bitmeyen balkonumda… Ne tatlı! Kavurucu sıcakla boğuştuğum günlerin serin akşamlarında seninle içecektim biramı. Sensizliği değil de seni yatıracaktım dizlerime. Şiirlerimi göz bebeklerine dalıp dalıp yazacaktım. Sana her saniye yeniden aşık olacaktım. İmkanlar yaratacaktım kollarına koşmaya ve yanında olduğum her an yeniden inanacaktım; inanmadığım onca şeye. Bütün şansımı, elime her geçtiğinde sana saçacaktım. Sen benim en büyük şansımdın. Çünkü içinde sen olan her şey şanstı. Sen; yaşayamadığım en büyülü, en güzel şeydin. Yaşayamadım; çünkü izin vermedin. Gözlerini bile ezberleyemedim ben senin; vücudundan ziyade. Saçlarına bulaşmadı kokum. Sesimi ezberleyemedin. Göğsünde yatamadım senin; hayallerinde yatamadı

Hoş Geldin Adam

Resim
Merhaba adam Kalbimi sızlattığı ilk anı unutmadığım Bunca zaman kendime sakladığım Merhaba! Zamansız, apar topar gelişinden belli yüreğinin derinliği. Yüzündeki kargaşadan, sesindeki heyecandan... Kalbimdeki çiçeklerden belli gelişin. Geceme saçtığın yıldızlardan... Attığım adımları, yürüdüğüm yolları ezberlememden belli. Saydığım saatlerden bazen... Bazen de daralan nefesimden, ritmini şaşıran kalbimden... Seninle süslenen uykularımdan, mutluluk dolan gamze çukurlarımdan belli.  Attığım büyük adımlardan... Ne de güzel darmaduman ettin beni! Hayatımın altı, üstünden ne de güzelmiş öyle! Hoş geldin adam! Paldır küldür girdin bütün hücrelerime. Güneş oldun üşümüş kalbime ve huzurla doldurdun benliğimi. Umut saçtın; her saniyeme. Ne güzel geldin adam! Senden önce ne yaptığımı unuttum. Nasıl soluk almışım bunca zaman? Varlığınla dolan solumu nereye yaslamışım ve nasıl yaşamışım seni hiç tanımadan?  Ruhumu, ruhuna yasladım ve kapa

Hayal Edemezsin

Resim
Beni Dinleyerek Oku Öyle güzel yerlerinde yattım ki senin! Boynunda yattım mesela. Aşka davet eden büyüleyici kokunla sarhoş oldum; içtiğim içkiden ziyade. Gözlerindeki buğudan döndü başım. Ayağa kalktığımda sarsıldıysam; ellerine tutundum. Alev alev yanan avuçlarına... Omuzlarına tutundum. Başıma cüretkarca yastık olan omuzlarına... Sakallarında uyudum. Yüzümün her zerresini kaşındıran ama seni çığlık çığlığa haykıran sakallarına bıraktım rüyalarımı. Uykulu nefesini çektim içime nefes diye. Verdiğin her nefesi özenle doldurdum ciğerlerime. Bunca zaman sonra ne iyi geldi! Bilir misin? Yüreğimi, bedenimi buzlukta tutuyormuşum da sen çıkarmışsın oradan. Aslında yaptığının farkında olmadan... Bunca zaman sonra korktuklarımı anlattım sana. Yokluğunu, sana yüklediğim sorumluluğu, gözümde ulaştığın arşı... Bunca zaman sonra tenimde hissettim rüzgarı. Göğsünü, göğsümde; ellerini, yüzümün her yerinde... Kokunu yeniden üzerimde buldum. Saç tellerimin arası sen doldu. Göğsünde ya

Alkımın Güneşi Gerçekler

Resim
Şimdi biraz da işin özüne girmenin vakti... Okuyanlar düşündü; Alkımı ayrı Güneşi ayrı... Yazanın hayal gücü nasıl da muazzamdı! Nasıl da içinden yazmıştı her şeyi! Alkım Güneş'i nasıl böyle sevmişti? Bazınız biliyordu, bazınız bildi, bazınız tahmin etti ve bazınız yakınından bile geçmedi. Kurgu sandı. Belki sonu gelmeyen bir rüya... Belki şizofreni? Belki bunların hepsi bir hayaldi? Her şeyden öncesi bu bir hikayeydi. Hikaye neydi? Yaşananlardı. Yaşanma ihtimali olanlardı. Alkımın Güneşi yaşandı. Tek nefeste okunsa; birkaç saatte bitecek olan bir hikaye... Kitap olsa; koca bir roman... Sizin okuduğunuz kadarıyla tek cilt... Hadi gelin işin aslına inelim: Alkım kimdi? Bendim... Bu blogun, romanın, hikayenin, onlarca yazının, şiirin sahibi... Peki neydi Alkım? Gökkuşağı... Gökkuşağıydım ben. Yedi rengi birden içinde barındıran, her güne bir renk yerine ya da koca bir ömre tek renk yerine her anına bir renk armağan edendim. Rengarenktim. Umut doluydum. Aynı zamanda gözyaşı

Alkımın Güneşi "Bölüm 47" SON

Resim
           -Artık gitme vakti…             O şekilde ne kadar kalmıştık bilmiyorum ama hıçkırıklarımın ve gözyaşlarımın dinmesine yetecek kadar kaldığımız kesindi. Güneş kalan cesaretini toplamış ve artık gitmesi gerektiğini bir çırpıda söylemişti. Yeniden bir yumruk oturmuştu boğazıma. Yutkunamıyordum. Burnumu çeke çeke yüzümde kalan son damlaları ellerimin tersiyle sildim. Güneş çoktan ceketini ve ayakkabılarını giymiş, kapının önünde duruyordu.             -Vedalaşmayacak mıyız? Son kez sarılmayacak mısın?             Kollarını açmış, cennet gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Dizlerim kitlenmiş gibi hareket edemiyordum. Sarılsam; bir daha bırakamayacaktım. Sarılmasam da kendimi affetmeyecektim. Henüz kararımı verememiştim ve Güneş artık kollarını indirmişti.             -İyi bak kendine gökkuşağı! Bir an önce kendine seni hak edecek olan bir Güneş bul.             Arkasını dönüp çıkmıştı eşiğinde durduğu kapıdan. Evimden çıkmıştı Güneş. Bir daha da hiç g

Alkımın Güneşi "Bölüm 46"

Resim
          Selin gittikten sonra istemeye istemeye de olsa salonun köşesine yerleştirdiği abajuru açıp ışığı kapattım. Abajurun salonu aydınlatmasına mumlar da yardım ediyordu. On altı tane mumun (Çok abartılı olduğunu düşündüğüm için ısrarla sayısını belirtiyorum.) alevlerinin tavanda dans edişini izlemekse muhteşemdi. Bir görüntü bu kadar mı huzur verirdi insana ve böylesine umutla sarar mıydı dört bir yanını?             Ben alevlerin dansını izlerken kapı çaldı. Her zamanki gibi kalp atışlarım değişmiş, elim ayağım uyuşmuştu. Bu hep böyle mi olacaktı ya? Ben bu adamın karşısında sakin sakin duramayacak mıydım hiç? Bir yerlerim illa da uyuşmak zorunda mıydı yani? Kapının önüne gittiğimde birazdan kalbimin duracağını düşünüyordum artık. Soluk alışlarım bile hızlanmıştı. Göğüs kafesim hızlı hızlı kalkıp iniyordu. Kalp krizi geçirmeden kapıyı açmam lazımdı artık. Son kez boğazımı temizleyip, saçlarımı ve elbisemin eteğini düzeltip yüzüme bugüne dek kimsenin görmediği; en özel

Alkımın Güneşi "Bölüm 45"

Resim
-Bu akşam müsait misin? Kalbimi yerinden söküp boğazımda saniyede bilmem kaç ritimle atmasına neden olan mesaj iki gün sonra gelmişti nihayetinde. Öğle vaktiydi. Her şeyi hazırlamam için yeteri kadar zamanım olacaktı. Hoş! Bir saat sonra geliyorum dese de hazır olurdum zaten ben. Güneş’im sonunda benim olmaya geliyordu. Sonsuza dek üstelik. -Evet müsaitim. -Tamam o zaman akşam sekizde sendeyim. Şarap içeriz dimi? Şarap mı demişti o? Bildiğin şarap yani. Hani romantik akşam yemeklerinin tamamlayıcısı olan şarap… İçeriz tabi Güneş’im. İçmez olur muyuz? Sen şarap içersin ben şarap niyetine gözlerini içerim. En çok da ben sarhoş olurum ama. -İçeriz tabi. Güneş’le akşamı kararlaştırdıktan sonra Selin’i aradım hemen. -Koş kızım koş! Güneş geliyor bu akşam. Karşılıklı bağrışlar, çığlıklar ve benim mutluluk gözyaşlarımın sonrasında Selin nihayetinde gelebilmişti. Bu akşam benim zafer yemeğimdi. Aylarca geceme doğurmak için sancısını çektiğim güneşimi niha

Alkımın Güneşi "Bölüm 44"

Resim
İki haftalık zorlu sınav maratonumu bitirdiğimde Güneş’ten hala ses çıkmamıştı. Koray zaten vefasızdı, arayıp sormazdı. Güneş de ne Koray’ı ne de beni aramıştı. Gökmen de kayıplardaydı. Bir şeyler dönüyordu. Bu kadar suskunluk hiç hayra alamet değildi. Artık hiç yoktan Gökmen’i arayıp bir şeyleri yoklamam gerekiyordu. -Nasıl gidiyor canım? Sesin soluğun çıkmıyor? -Asıl senin çıkmıyor. Sevgilinden bize vakit ayıramaz oldun. -O gece ayrıldık biz Poyraz’la. Çok da önemli bir şey değildi zaten. -Aaa ciddi misin? Şaşırmıştı. Ama şaşkınlığının yanı sıra bir de tereddüt vardı sesinde. Birazcık da endişe. -Niye noldu? Neyine şaşırdın bu kadar? -Ne bileyim kızım. Güneş defterini kapattın sanıyordum. -O defter hayatıma giren biriyle kapanacak bir defter değil canım. -Unutmaya çalışıyordun ama? -Napmaya çalışıyorsun Gökmen? Amacın ne? Bir şey mi biliyorsun? -Hadiii… Yine başladın deli deli konuşmaya. Ne bilicem kızım. Güneş İstanbul’da. Ben ayrıl