Alkımın Güneşi Gerçekler



Şimdi biraz da işin özüne girmenin vakti... Okuyanlar düşündü; Alkımı ayrı Güneşi ayrı... Yazanın hayal gücü nasıl da muazzamdı! Nasıl da içinden yazmıştı her şeyi! Alkım Güneş'i nasıl böyle sevmişti?

Bazınız biliyordu, bazınız bildi, bazınız tahmin etti ve bazınız yakınından bile geçmedi. Kurgu sandı. Belki sonu gelmeyen bir rüya... Belki şizofreni? Belki bunların hepsi bir hayaldi?

Her şeyden öncesi bu bir hikayeydi. Hikaye neydi? Yaşananlardı. Yaşanma ihtimali olanlardı. Alkımın Güneşi yaşandı. Tek nefeste okunsa; birkaç saatte bitecek olan bir hikaye... Kitap olsa; koca bir roman... Sizin okuduğunuz kadarıyla tek cilt... Hadi gelin işin aslına inelim:

Alkım kimdi? Bendim... Bu blogun, romanın, hikayenin, onlarca yazının, şiirin sahibi... Peki neydi Alkım? Gökkuşağı... Gökkuşağıydım ben. Yedi rengi birden içinde barındıran, her güne bir renk yerine ya da koca bir ömre tek renk yerine her anına bir renk armağan edendim. Rengarenktim. Umut doluydum. Aynı zamanda gözyaşı da vardı bolca. Sinirliydim. Damarıma basıldığında deliye dönerdim. Mutlu olmam içinse bir çocuk tebessümü yeterdi. Hayallerim vardı; boyumdan büyük... Kendimden büyük sevdalarım, aşklarım... Çocukça tavırlarım! Çocuk çığlıklarım... Sevinçlerim, üzüntülerim... Dipsiz kuyu gibi bir vicdanım... Bir çocuğun günahları kadar da kötü niyetlerim! Ve yine aynı çocuğun yatağının altındaki canavarlar kadar büyük korkularım...

Güneş kimdi? O'ydu. "İlk görüşte aşka inanır mısın?" sorusuna "Evet! İnanırım." cevabını vermeme sebep olan çocuktu. Çocuktu çünkü. Ben kendimden küçük bir çocuğa aşıktım. İlk gördüğüm andan beri ondan başka bir şey düşünemez durumdaydım. Şurada size "Çok sevdim be abi!" edebiyatı yapabilecek kadar aşıktım.

Güneş benim huzurumdu, aşkımdı, korkumdu, sevgimdi, umudumdu, ışığımdı, çocukluğumdu, gençliğimdi, çığlıklarımdı, vicdanımdı, günahlarımdı, tebessümümdü...

En çok tebessümümdü. Çünkü onu düşündüğüm her an yüzümde göründü. Onu gördüğümde, yanına gitmek için hazırlandığımda, hatırladığımda her şeyden çok tebessüm var oldu.

Kimsesizdi Güneş. Sevgisizdi. Benim yıllardır yaşadığım şehirde kendine yeni yeni yer edinmeye çalışan henüz on sekizindeki bir çocuktu. Cennet gözlüydü. Cennet yürekliydi. Herkese yetecek kadar koca bir yüreği vardı. Herkese de göstermezdi. Ben dokunmuştum yüreğine. Azıcık. Daha ilk dokunduğum an bir dahası olmayacağını biliyordum.

Ama dedim ya! Güneş benim umudumdu.

Kırk yedi bölüm boyunca okuduğunuz bu koca aşk bir hiç değildi. Ben Güneş'e aşık oldum ve Güneş beni istemedi. Kırk yedi bölüm bir seneye eşit... Koca bir sene ben Güneş'in yüreğinde yer edinemedim. Güneş sevmedi beni. Aşk ya! Güneş zaten aşıktı. Hera'ya...

Üzerinden yıllar geçti. Hala bahsederken boğazım düğümlenir. Çünkü bir daha böylesi bir sevgi dokunmadı yüreğime. Güneş benim için her şeydi. Anlamını anlatmama dizeler yetmez. Sabaha kadar yazarım burada yine de eksik kalır bir şeyler.

Güneş; on sekizimdi. Çocuk yanımdı, can parçamdı. Ruhumu tamamlayandı. Bastırdığım hislerimdi, hayallerimdi. Hayallerime kavuşma ihtimalimdi.

Güneş artık hayatımda yok. Bu roman yaklaşık üç yıl önce tamamlandı. Ben yazmayı bitirdiğimde Güneş gideli çok olmuştu. Güneş hala Hera'yla... Güneş çok mutlu... Ben onu elbette unutmadım. Hala güzel hatırlayabildiğim sayılı insanlardan oldu. Ara ara en sevdiğimiz şarabı açıp içtim onun şerefine. Mutlu olmasını dileyebildim. Tebessümümle döktüm sonrasındaki gözyaşlarımı.

Çünkü o Güneş'ti. Kimsenin başaramayıp onun ise en iyi yaptığı şey beni kahkahalarla güldürebilmekti. Onu anarken tebessüm etmemek de yakışmazdı o yüzden.

Bu gece kadehim bir kez daha Güneş'in şerefine kalktı. O güzel yüreğine...

İyi ki vardın on sekizim.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen