Alkımın Güneşi "Bölüm 47" SON



           -Artık gitme vakti…

            O şekilde ne kadar kalmıştık bilmiyorum ama hıçkırıklarımın ve gözyaşlarımın dinmesine yetecek kadar kaldığımız kesindi. Güneş kalan cesaretini toplamış ve artık gitmesi gerektiğini bir çırpıda söylemişti. Yeniden bir yumruk oturmuştu boğazıma. Yutkunamıyordum. Burnumu çeke çeke yüzümde kalan son damlaları ellerimin tersiyle sildim. Güneş çoktan ceketini ve ayakkabılarını giymiş, kapının önünde duruyordu.

            -Vedalaşmayacak mıyız? Son kez sarılmayacak mısın?

            Kollarını açmış, cennet gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Dizlerim kitlenmiş gibi hareket edemiyordum. Sarılsam; bir daha bırakamayacaktım. Sarılmasam da kendimi affetmeyecektim. Henüz kararımı verememiştim ve Güneş artık kollarını indirmişti.

            -İyi bak kendine gökkuşağı! Bir an önce kendine seni hak edecek olan bir Güneş bul.

            Arkasını dönüp çıkmıştı eşiğinde durduğu kapıdan. Evimden çıkmıştı Güneş. Bir daha da hiç girmeyecekti bu kapıdan. Bu koku evimi bir daha sarmayacaktı buram buram. Sesi yankılanmayacaktı duvarlarımda. Cennet rengi gözlerini bir daha görmeyecektim.

            Saniyeler hızla geçerken dizlerimdeki kilit bir anda açıldı ve kapıya yöneldim. Koşarak çıktım sokağa. Saat sabahın beşiydi ve sokakta kimseler yoktu. Karla karışık yağmur yağıyordu sarı lambaların aydınlattığı dar sokağa. Güneş henüz sokağın sonuna varmamıştı. Dilim çözüldü bir anda:

            -Güneeeeeş!

            Arkasından seslenmiştim. Seslenmenin ötesinde haykırmıştım resmen. Adımları önce yavaşladı. Sonra durup arkasına döndü. Elleri ceplerinde bana bakıyordu. Yürümeye başladı.

            -Ne oldu?

            Karşımdaydı. Cennet bir kez daha gözlerimin önündeydi. Meraklı meraklı bakıyordu yüzüme. Sol elimin sinirle havaya kalktığını hissettim. Bunu fark etmişti ki sağ yanağını dönüp gözlerini kapattı. Tokat atmak için kalkmıştı elim. Güneş ise o tokadı yemek için hazır olda bekliyordu adeta. Hazırdı. Bunu bile isteye kabul etmişti ve çoktan hak etmişti.

            Sonra bir şey oldu. Sinirle kalkan elim bütün yumuşaklığıyla Güneş’in omzuna indi. Sonra diğer elim de Güneş’in sol omzundan geçip boynunda diğer elimle buluştu. Parmak uçlarıma kalktım ve Güneş’in boynuna sıkı sıkıya sarıldım. Bu kadar sıkı sarılırsam Güneş gitmezmiş gibi hissediyordum. Güneş de belimi sıkıca kavramıştı ve yüzünü bir kez daha omzuma gömmüştü. Boynundaki kokusunu art arda içime çekerken yeniden ağlamaya başlamıştım. Bunun son olduğunu o kadar iyi biliyordum ki kokusunu ciğerlerime hapsetmek istiyordum. Özlediğim zamanlarda yeniden hatırlamak için… Ensesini seviyordum bir yandan da. Sonra sırtına indirdim bi elimi. Her santimini ezbere bildiğim, her noktasına dokunup her noktasını öptüğüm sırtına… Her santimiyle vedalaştım bu kez. Hepsine parmaklarımla öpücükler kondurdum.

            -Bunu hiçbir zaman gözlerine bakarak söylemedim dimi?

            Neyden bahsettiğimi çok iyi biliyordu. Kafasını iki yana salladı sadece. Kendimden biraz uzaklaştırıp yüzüne baktım. Gözlerine… Gözyaşlarını bu kez görebiliyordum. Pişmanlık değildi. Benim için üzülüyordu yalnızca. Acı çektiğim için…

            -Gözlerime bak Güneş! Seni seviyorum ben! Sana deliler gibi aşığım! Bunu ister unut ister unutma. Ben unutmayacağım.

            Bir cevap vermesini beklemiyordum. O da öyle yaptı. Gözlerime bakarken bir damla yaş daha düşünce yeniden sarıldı. Yağmur yerini kara bırakmıştı. İzmir’e kar taneleri ardı arkasına düşüyordu.

            -Şuna bak! Kar yağıyor! Gidişin şerefine!

            İzmir’e kar yağıyordu ve Güneş gidiyordu. Oysa tam tersi olmalıydı. Yaptığım onca toteme bakılacak olursa İzmir’e kar yağdığında ona kavuşmuş olmam gerekiyordu. Bunu hatırlayıp gözyaşlarımın arasında kahkahalara boğuldum.

            -Ne oldu?

            -Totem yapmıştım ben. İzmir’e kar yağdığında sana kavuşacaktım.

            İç geçirip belimdeki kollarını daha da sıkılaştırdı. Gitme desem gitmeyecekti sanki. O an sokaktan bir adam geçse bunun ayrı geçecek birkaç gün öncesi olduğunu düşünürdü. Ya da tutkulu bir kavuşma… İki sevgili gibi sarıp sarmalamıştık birbirimizi sokağın ortasında. Bugüne dek bana sarılmadığı kadar sıkı sarılıyordu Güneş.

            -Artık gitme vakti.

            Bu kez benim dudaklarımdan dökülmüştü bu cümle. Yoksa hiç bitmeyecekti. Güneş bana dilediğimce sarılma hakkı verecekti ben de onu bırakmayacaktım.

            -Evet. Artık gitme vakti.

            Birkaç saniye önce ahtapot gibi birbirimize dolanmış kollarımızı yavaşça ayırdık. Karşılıklı olarak boğazımızı temizleyip gözlerimizin altını sildik. Sonra Güneş’in ağzından yine o saçma cümle döküldü.

            -Kendine iyi bak.

            Mümkün müydü bu artık? Umutlarımın bileklerini bir bir kesmişti ve kalbime hançerleri saplamıştı. Şimdi de gidiyordu. Gerçekten iyi bakabilir miydim artık kendime?

            Arkasını döndü. Adımları bu kez daha hızlıydı. Sanki vazgeçmekten korkuyordu. Yeniden onu durdurmamdan korkuyordu. Saniyeler içinde sokağın sonuna gelmiş ve evinin yoluna doğru dönmüştü.

            Arkasından bakarken dizlerimin bağı sonunda çözülmüştü. Yere oturmuştum kardan önce yağıp sokağı ıslatan yağmuru umursamadan. Eksilmiştim. Kalbimdeki aşkı hiçbir zaman tamamlayamamışken artık umutlarımı da kaybetmiştim. Benim Güneş’im bir daha doğmayacaktı. Bir daha asla göğsünde uyuyamayacaktım Güneş’in. Kokusu üzerimdekilerden ve evimden kaybolduğunda bir daha ulaşamayacaktım o kokuya. Domatesli boyozu bir daha büyük aşkla yiyemeyecektim. Lapa olmuş bir pilavı kendisi çok övdü bozulmasın morali diye beğenmiş gibi yapmayacaktım. Kim bilir daha neleri yapmayacaktım?

            Gecenin en zifirisinde aydınlığa bir adım varken ben güneşimi kaybetmiştim. Üzerimde güneş doğmayacaktı bir daha. Bir güneşim daha olmayacaktı. Cenneti bir daha görmeyecektim. Kimse bana cennet cennet bakmayacaktı artık. Hızlı adımlarla bitirdiği sokağın sonunda takılı kalmıştı gözlerim. Sanki geri gelecekti ben baktıkça. Gözümü bir an olsun oradan ayırmazsam dönecekti. Öyle yapıyordum ben de. Bütün dikkatimle sokağın sonuna bakıyordum.

            Orada ne kadar kaldım bilmiyorum. Yalnızca baktım ardından. Bir fısıltı şeklinde dönmesi için yalvarışlarım bir süre sonra yerini haykırışlara bıraktı. Sonra yeniden gözyaşlarım hıçkırıklarıma karıştı. İnsanlar camlara çıktı ve beni kınadı. Kötüydü insanlar. Hiç sevmemişlerdi. Hiç sevilmemişlerdi ve hiç yitmemişlerdi. Böylesine çaresiz kalmamışlardı hiç. Acımasızlardı.

            Sokak lambaları söndü. Aydınlanmaya başladı etraf. Bir tek benim üzerimde yanan lamba sönmedi. Güneş gelmeden de sönmeyecekti.

Saatler geçti. Üşüdüm, ellerim morardı. Gözyaşım tükendi.

Güneş; gelmedi.

On sekizim, cennetim, çocuk yanım dönmedi.

Sokak lambası; sönmedi.


Gece hiç bitmedi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen