Alkımın Güneşi "Bölüm 21"
Yalan; benim canımı en çok yakan şeydir. Aptal yerine
konulmak, bir şeyleri saklamaya çalışmak aşağılamanın farklı bir biçimidir.
Hayatında bulunan her insan yapar bunu günün birinde. Canının acısı, o insana
verdiğin değerle de doğru orantılıdır. Bir arkadaşının yalanı o kadar acıtmaz
da dostunun, sevgilinin yalanı deler geçer kalbini. Kasıp kavurur, beynine
ağrıları sokuşturur.
Soğuk bir
güne sıcacık bir merhaba demiştim bu sabah. İstediğim noktada olmasak da yol
kat ediyorduk Güneş'le. Bu ileride istediğim noktaya gelebileceğimizin
sinyalleriydi elbette. Başka ne olacaktı ki canım? Bugün çok iyiyken yarın kötü
mü olacaktık yani? Pehh... Sabah sporumu unutuyordum az kalsın. Bütün sosyal
medyadan Güneş'in profillerini incelemem gerekiyordu. Belki gece bir şeyler
karalamıştı. Ya da bir şarkı paylaşmıştı belki. Belki de bir fotoğraf...
Siktir!!! Fotoğraf paylaşmış. Üstelik yanında da bir kız...! Bir dakika ya bu
kız? Eee bu kız???
Doğru
görmüştüm. Ellerini Güneş'in çenesine dayayıp "Bu adam benim!" pozu
veren Tuğçe'den başkası değildi. Altındaki not, beni yerle bir etmeye yetmişti:
"Biz uyandık."
Yorumlar
vardı bir de:
"Ooo yakışır kardeşimee."
"Kesiiin İzmirli."
"Çok tatlısınız canlarım."
Son yorum Tuğçe'nin arkadaşı Eylem'e
aitti. Kız şaşırmamıştı bu fotoğrafa. Diğer yorumlar ve Eylem'in yorumuna Güneş’ten
toplu bir cevap gelmişti:
"Teşekkür ederiz."
"Teşekkür mü ederiz? Pardon da
biz kim oluyor? Kimsiniz siz? Sen daha dün gece benim koynumda uyumuyor muydun
lan? Hani Tuğçe'ye demediğini bırakmıyordun? Hani hoşlanmıyordun ondan? Bu
neyin ilişkisi oğlum bir gecede? Ne bok yediğini sanıyorsun sen? Evimi özledim
diye çıkmadın mı sen dün gece benim evimden? Şimdi neyi gözüme soka soka
paylaşıyorsun böyle uluorta? Niye sokuyorsun gözüme? Ne demeye çalışıyorsun sen?"
Bu yorumu
yazıp silmem yalnızca birkaç dakikamı aldı. Ne ellerimin titremesine engel
olabiliyordum ne de gözlerimden akan yaşlara. Neyin nesiydi şimdi bu? Tuğçe de
nereden çıkmıştı? Tuğçe için mi gitmişti Güneş dün gece? Onun koynuna mı
atmıştı kendini bir çırpıda? Neden peki? Ne sorun vardı? Çok mu üzerine
gidiyordum? Hayır gitmiyordum. Bunu iddia edemezdi. Sesimi bile çıkarmıyordum.
Aksine! Arkadaşı bizi sevgili sandığı halde susan kişi oydu.
Bir çırpıda
Gökmen'i aradım. Uzun uzun çaldı telefon; açmadı. Bir daha aradım. Açmadı.
Sayamadım bir süre sonra kaçıncıya aradığımı. Açmak zorunda kaldı. Aramam
gereken Güneş'ti. Ağzına sıçmam gereken Güneş'ti. Ama yapamazdım. Ne sıfatım
yeterdi buna ne de kalbim. Güneş'e söylemek isteyip söyleyemediğim her şeyi Gökmen'e
söyledim. Ağzına sıçılan o oldu. Sesini de çıkaramadı. Biliyordu çünkü. Bilmese
açmamakta bu kadar ısrar etmezdi. "Belki de bir gecelik bir şeydi?"
diye geçirdim içimden. İnanmak istiyordum. Sığınmak istiyordum. İnanacağım bir
şeylere ihtiyacım vardı ve Gökmen hiçbir şey söylemeden susuyordu. Vermiyordu
bana inanacağım bir şey. En son sesim titremeye başlamıştı. Nefret ediyordum o
an kendimden. Güneş’ten ettiğimden fazla kendimden nefret etmiştim.
Titreyemezdi. Ben güçlü biriydim.
Bok güçlü biriydim!
Hayvan gibi ağlıyordum işte! Neresindeydi bunun güç? Sümüklerimi çeke çeke Gökmen'le
konuşunca güçsüz olmadım da sesim titrediğinde mi güçsüz oldum yani? Aptaldım
aynı zamanda. Tanıdığım en büyük aptal!
-Gökmen
lütfen yanıma gel.
Gökmen'i
niye çağırmıştım ki? Gerekiyor muydu?
Gözümün
önünde kurduğum onca hayal yere çarpıp paramparça oluyordu. Güneş'le geçirdiğim
her saniye bir bir yeri yarıp da içine giriyordu. Kalbimi yerinden söküyorlardı
sanki. Tırnaklarımı bir penseyle etimden ayırmaya çalışıyorlardı. Saçlarımı
yoluyorlardı tel tel. Bileklerimi kesiyorlardı sonra. Baktığım her ayna
paramparça oluyordu saniyeler içinde. Ve akşam oluyordu. Saniyeler içinde
kararıyordu odam. Evimin ışıkları da sönüyordu bir bir. Yaşlardan görememeye
başlamıştım artık. Bir süre sonra da zifiri karanlığın koynundaydım. Nefes
alıyor muydum? Yaşıyor muydum hala? Bilmiyordum. Kalbimin atışlarını boğazımda
duyduğumdan belki de nefes almam zorlaşıyordu git gide. Bir daha hiç
aralanmayacakmış gibi kapanıyordu soluk borum. Bir daha hiç atmayacakmış gibi
yavaşlıyordu kalbimin nabzı. Bir daha hiç...
-Alkım
kendine gel artık!
Gökmen'in
sesiydi bu. Kendime niye geliyordum canım? Ne olmuştu ki?
Gözlerimi
açmamla birlikte Gökmen'i karşımda görmem bir oldu. İyi de nasıl girmişti içeri
ben uyuyordum madem? Niye gelmişti ki?
Saniyeler
sonra da niye geldiğini hatırladım. Kalbim sızladı o an. Gözlerim yeniden
doldu. Bileklerime kadar sızladı kalbim. Saç diplerime kadar. Her hücrem bir
bir sızladı.
-Nasıl
girdin eve?
-Güvenlikten
istedim açmasını. Kapıyı kilitleseydin giremezdim. Boşver nasıl girdiğimi. Bu
halin ne Alkım? Ne yaptın sen kendine böyle? Bu evin hali ne?
Kırılan
aynalar, yıkılan hayaller, yolunan saçlar gerçekmiş meğer. Bir bir kırmışım her
aynayı. Yolmuşum saçlarımı. Kesmişim biraz da. Her yerime batmış cam
kırıklarını. Yüreğime kadar batmış. En çok bileklerimi kesmiş. Paramparça etmiş
resmen.
Susmuştum. Gökmen'in
koluna girip hastanenin yolunu tutmuştum. Engel olamadığım çok şey vardı.
Mesela bileklerimin nasıl bu hale geldiğini bilmiyordum. Bilsem engel
olabilirdim belki. Kırmazdım özenle seçtiğim aynalarımı. Yıllardır gözüm gibi
baktığım saçlarımı da kesmezdim mesela. Bilseydim nasıl bu hale geldiğimi,
engel olurdum o zaman. Bilmiyordum ama. Mesela gözlerimden hala düşmekte olan
yaşlara da engel olamıyordum. Dinlemiyordu beni gözlerim. Her zaman
"Sus!" dediğimde bıçak gibi kesilen yaşlar; şimdi ısrar kıyamet
akmaya devam ediyordu.
Acil
servisin ilaç kokan yataklarından birinde kolumda serum, bileklerimde
bandajlarla yatarken; tek düşündüğüm Güneş'ti. Neredeydi şimdi? O kadının
kollarına mı atmıştı yine kendini? Gökmen haber vermiş miydi peki? Sorsa
mıydım? Kızar mıydı acaba? Yüzü kıpkırmızıydı Gökmen'in. Korkmuş muydu yoksa
sinirli miydi bana? Belki de bir işi vardı ve alıkoymuştum onu? Tüm bu soruları
duymuş gibi geldi yanıma.
-Niye
yaptın Alkım?
-Ne yaptım Gökmen?
-Neden
zarar verdin kendine? Şu haline bak!
-Ben bir
şey yapmadım. Hatırlamıyorum yani. Nasıl olduğunu bilmiyorum.
-Güneş için
değer mi Alkım?
-Soruya
bak! "Güneş için değer mi?" Oturup da hangi insan için bileklerini
kesmeye değer? diye analiz yapıyoruz sanki. Ya da "Hadi bileklerimizi
doğrayalım da bizi terk eden adam geri dönsün!" diye planlar yapıyoruz.
Konu aşk olunca beyin ne zaman görev yapmış ki? Aşk deyince buz gibi kesilmemiş
mi her zaman? Görevini yapsaymış zaten olur muymuş aşk? Aşık olmak için adam
seçebildik mi hiç? "Buna aşık olmak istiyorum." diye emir verebildik
mi kalbimize? Öyle olsaydı seçer miydim Güneş'i? İster miydim ona aşık olmayı?
Beni sevmeyeceğini bile bile sever miydim hiç?
Diyemedim.
Dilimin ucuna geldikçe yuttum her cümleyi. Gökmen'in gözlerine baka baka
susuyordum. Doldukça gözlerim Gökmen daha çok sinirleniyordu. Sonra nasıl
olduğunu anlayamadan bir cümle döküldü dudaklarımdan.
-Güneş
nerede?
-Güneş
nerede mi? Farkında mısın kızım? O adam için kendini öldürüyordun sen! O adam
dün gece sevgilisiyle fotoğraf koydu senin gözüne soka soka. Hala onu mu
soruyorsun sen?
-Gerçekten
sevgililer mi?
Böylelikle
"Acaba bir gecelik bir şey miydi?" düşüncem de tuzla buz olmuştu. Değildi
işte. Hoş! Öyle olsa ne fark ederdi? Hayatına beni sokmamak için elinden geleni
yapıyordu işte.
İlaç kokan
hastane odasının ilaç kokan yatağında gelişigüzel kestiğim saçlarıma takılmıştı
gözüm. Yıllardır gözümden sakındığım saçlarımı bir çırpıda mahvetmeyi nasıl
başarmıştım böyle? Canım ne kadar yanmıştı ki saçlarımı kesmiştim? Güneş benden
saçlarımı almıştı. En sevdiğim aynaları da almıştı elimden. Bileklerimi de kesmişti.
En çok da kalbim acıyordu ama. Sanki kalbime batırmıştı saçlarımı kestiği
makası. Ruhuma saplamıştı.
-Alkım
kendine gel artık. Sen Güneş için yalnızca arkadaşsın. Bundan fazlası olmadın,
olmayacaksın.
-Ya öyle
mi? O yüzden mi neredeyse her gece koynumda yatıyordu?
-Sen mutlu
ol diye yapıyordu.
-Saçmalama Gökmen!
Yok öyle bir dünya! İnsan hiçbir şey hissetmediği kişinin koynunda yatmaz. Bir
olsun iki olsun. Her gece her gece mecburiyetten yatılmaz sevilmeyen insanın
koynuna.
-Yatılır
kızım! Öyle güzel yatılır ki! Sen seviyordun işte yetmez mi? Güneş sevip de
sevilemeyince sana koşuyordu işte. En çok değer verene. Onu en çok seven
sendin. Kimse sen kadar sevmedi Güneş'i. O yüzden çıkmıyordu koynundan. Evinden
o yüzden çıkmıyordu. O yüzden her gün bizdeydin sen. Güneş'i iyileştiriyordun
fark etmeden. Ama bak ne oldu? Sen onca emek verip onu iyileştirdin; o ayağa
kalkar kalkmaz ilk önce seni yaraladı.
Doğru muydu
Gökmen'in söyledikleri? Evet sevmesine seviyordum elbette. Fazlasıyla üstelik. Kimsenin
sevemeyeceği kadar üstelik. Ama bu kadarını yapmış olamazdı Güneş. Evet her
şeyin de farkındaydı. Onu nasıl sevdiğimi biliyordu. Yüzü gülsün diye yüzümün
defalarca kez asıldığını da, onun için yaptığım fedakarlıkları da... Peki bu
kadar acımasız olabilir miydi gerçekten? Hayatımdan hiçbir şey olmamış gibi
çekip gidiyor muydu yani? Bitiyor muyduk başlamadan? Hiç olmamışım gibi... Onu
hiç sevmemiş, saçlarına hiç dokunmamış gibi...
Yorumlar
Yorum Gönder