Kayıtlar

hayal etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sana Rağmen

Resim
Öyle bir şey var ki seninle aramızda! Bazen yokken bile aklımdasın. An oluyor; olduğun anları unutuyorum. Nefes alamıyorum bazen yanında. Bazen de yokken nefes alamıyorum. Bazı anlar seni görmek için oyunlar oynarken; bazı anlar ise seni gördüğümde yanında olmak istiyorum. Sensiz bitirmek istemiyorum hiçbir günü. Göğsünde uyumak istiyorum. Rüyalarında sayıkladığın onlarca anıya eşlik etmek istiyorum. Sabah kahvaltılarına, öğle, akşam yemeklerine, içtiğin kahvelere... Öyle anlar geliyor ki sadece sana koşup anlatmak istiyorum. Öyle mutluluklarım, öyle hüzünlerim... Bazen sokakta başını okşadığım köpekten bile bahsetmek istiyorum sana. Sensiz geçirdiğim her anımda aldığım nefeslerden bahsetmek istiyorum. Sonra kim olduğunu hatırlıyorum. Hiçbir şeyin olmadığım geliyor aklıma ve susuyorum bazen. Sebebini sorduğun susuşlarım bundan çoğu zaman. Sohbetin tam ortasında öperek susturmak istiyorum seni. Bazense başımı omzuna yaslamak ve saçlarımı okşaman senin. En çok da gözlerimi... A

Alkımın Güneşi "Bölüm 16"

Resim
             Koray geri geldiğinde ağzını açıp tek kelime etmedi. Çoktan film moduna girmiştik biz. Koray da yanımıza oturdu. Güneş’le aramda Gökmen vardı. Ne diye aramıza girmişti anlamamıştım ama bu gece şansımı daha fazla zorlamak da istemiyordum. İyiydi böyle. Güneş zaten uyuyordu. Filmi bile izlemiyordu.             Film bittiğinde eve gidiyorum diye ayaklandım ben. Güneş hala uyuyordu. Aklıma bir şey gelmişti. Güneş’i uyandırdım.             -Senin sabah sınavın var dimi?             -Ne sınav mı ııhh evet.             -O zaman bana gel istersen. Benim de dersim var. Uyuyakalmazsın bu kez.             -Haa? Yok ya çok üşendim. Gelmeyeyim.             -Tamam sen bilirsin.                         -İyi geceler canım.             Neeeey????? Canım mı??? Güneş bana canım demişti! İlk defa canım demişti bana. Aman Allah’ım!!! Canıydım tabi ben onun. Her şeyiydim. Yakında da sevgilisi olurdum. Sonra da karısı. Mutlu mesut yaşardık işte.        

Alkımın Güneşi "Bölüm 13"

Resim
           Sabah uyandığımızda öğrenci evlerine çok fazla gelecek güzellikte bir kahvaltı masasıyla göz göze geldim. Güneş hala yanımda yatıyordu ve kahvaltıyı hazırlayan Gökmen’di. Şaka gibi! Benden daha mutlu ve heyecanlıydı sanki. Ona baktığımı görünce kocaman bir tebessümle Güneş’i uyandırmamak için sessiz bir “Günaydın” armağan etti bana. “Aynısından!” dedim ben de gülümseyerek. Sonra Güneş’e baktım. Bana dönüktü. Sağ kolunu yastığın altından geçirmişti ve sol kolunu da belime atmıştı. Kalkmak için doğrulduğumda hızlı bir hamleyle beni yatağa geri çekti. Hiç problem değildi. Böylesi daha güzeldi zaten. Sonra yastığın altındaki kolunu belime doğru indirdi ve gerinirken beni daha sıkı kavradı. Güç bela gözlerini aralayıp bana baktığında yüzüne bir tebessüm yerleştirdi ve “Günaydın!” dedi. Gün aymıştı gerçekten. Cennetim yanı başımda gözlerini açmıştı yepyeni bir güne. Belki yepyeni bir aşka? Belki de artık birlikteydik biz? Evlenirdik belki? Ona benzeyen müthiş yakışıklı bir

Alkımın Güneşi "Bölüm 12"

Resim
                          Dakikalar sonra manzarayı karşımıza almış, Fransız balkonun camlarını açıp ayaklarımızı korkuluklara yaslamıştık. Yanyana oturuyorduk. Bildiğin yan yana. Üçlü koltuğa sıralanmıştık resmen. Ben sol bacağımı altıma almış Güneş’e dönük oturuyordum. Güneş direkt olarak karşıya bakıyordu birasını yudumlarken. Gökmen ise bir an önce sarhoş olmak için şarabı şişeden kafaya dikiyordu. En yavaş giden bendim. Bunun tek sebebi vardı. Hızlı içtiğim zaman bir süre sonrayı hatırlayamıyordum. Bu gece ise her saniyeyi hafızama kazımak istiyordum. Kolay kolay ele geçmezdi böyle fırsat. Yani bir daha tekrarlanacağını pek sanmıyordum. İnşallah tekrarlanırdı tabii yani çok isterdim ama ne bileyim bir daha olmazmış gibime geliyordu işte.             Aklınıza gelebilecek her şarkıyı dinledik. Yıldız ablamızdan Müslüm babamıza kadar. Ara ara tuvalete koşturuyorduk tabii. Bu aralıklar zamanla kısaldı ve arttı. Ayağa her kalkışımda sallanmamak için kendimi parçalıyordum d

Alkımın Güneşi "Bölüm 9"

Resim
                     Güneş’i mutfağa sokmuş, boynuna da önlüğü geçirmiştim. Fikri aklıma koyduğumun ertesi günü pratiğe geçirmiştim anlayacağınız. Bu kadar kolay olacağını tahmin etmemiştim. Güneş’le mutfaktaydık ve en sevdiğimiz kurabiyelerden yapıyorduk. Daha doğrusu ben yapıyordum, Güneş ısrarla ortalığı dağıtıyordu. Unu etrafa saçıyordu, ‘şunun yerine bunu koysak?’ gibi saçmasapan sorularla beni çileden çıkarıyordu. Fırını ısınması için açıp üzerine de telefonumu koyduktan sonra Güneş’i bir daha mutfağa sokmamam gerektiğini düşündüm. Tahmin ettiğim kadar da eğlenceli geçmemişti. Eğlenceli olan tek nokta, kurabişlerimize attığımız imzalardı. Birer tanesini kural dışına çıkıp baş harflerimizden yapmıştık. Çok da güzel görünüyorlardı.             Kurabiyeleri fırından çıkardığımız sırada Gökmen geldi. Birkaç saat önce tartışmalarla kapıyı çarpıp çıkan o değilmiş gibi “Ooo kurabiye mi yaptınız? Mis gibi kokmuş.” Diyerek ‘imzalarımıza’ yöneldi. Hayır yani o kadar mantar durur

Alkımın Güneşi "Bölüm 8"

Resim
              Kapıyı bu kez de Gökmen açtı. Hiçbir zaman ev sahiplerinden birinin bu kapıyı açtığına denk gelmedim. Bu yüzden de git gide bu evde Gökmen ve Güneş’in yaşadığını düşünmeye başladım. Gökmen’in peşinden salona geçerken fısıltıyla konuşuyorduk. Saat ne kadar geç de olsa bu evde fısıltıyla konuşulacak saatler değildi henüz. Öğlen on iki gibi fısıltıyla konuşulurdu bu evde. Ev halkı yeni uyumuş olurdu o saatlerde o yüzden. Şuan bası ve lazerleri açmış, club tadında dans ediyor olmamız lazımdı. Birkaç dakika sonra öğrendim her şeyi.             -Koray’la Hakan tartıştı. Maya yüzünden. Maya Hakan’ın ayakkabısını oyuncak sanıp parçalamış.             Hiç güleceğim yoktu. Maya zaten eline ne geçirirse parçalardı. Sorun şu ki Hakan bunu en başından beri biliyordu zaten. Neyi bu kadar problem yapmıştı? Maya’nın parçaladığı ne ilk ne de son ayakkabıydı. Dolaba koyabilirdi mesela ayakkabılarını. Ortada böyle bir tehdit varken saklaması gerekirdi.             -Peki n

Hayal Kırıklığını Kokluyorum Parmak Uçlarımda

Resim
Buradan dinleyebilirsiniz. Ben gittim senden sevgili. Ne yol ne iz bildiğim bu koca duyguların içinde, en mutlu olduğum yerden nereye gideceğimi bilmeden gittim. Korkmadım; sadece biraz tedirgin oldum. Aşığı, alışığı olduğum gözlerini ardımda bırakmak; dilini hiç bilmediğim, haritada hiç görmediğim bir şehre gitmekten farksızken, gittim. Gittim sevgilim. Defalarca kez içime girdikten sonra göğsünde uyutsaydın saçlarımı okşayarak; gitmezdim. Yüreğinde başkası varken öpmeseydin yüreğimin üzerinden; başkasına ayırdığın yere biraz olsun sürseydin ruhumu; kalırdım. Bütün umutlarımı yeniden süsleyip yaldızlı kağıtlarla sana sunardım. Kollarını sonsuza açıp sarılmak istediğinde sarılırdım; tereddütsüz. Canın sıkıldığında değil de özlem sızısı düştüğünde gelseydim aklına; gözlerini kapattığında gözlerimi görebilseydin başka sevdalar yerine; gidecek başka yolum olmazdı inan! Hoş! Gittim ama yine yok gidecek yolum. Sokağın ortasında küçük çocuk gibi oturuyorum bir başıma. Yağmurlar

En Çok Nefret Yakışır Aşkın Üzerine

Resim
Bu gece; yaşanmış, yaşanmamış veyahut yaşanamamış onca şeyi koydum bir kutuya. Bugüne dek tanıdığım ya da yanlış tanıdığım kim varsa kim yoksa o kutuda. Ben bu gece yüreğimi çıkardım koydum önümdeki masaya. Sevmezsin diye beyaz ışığı, beyaz ışıkla donattım odamı. Yanlış tanıdığım insanlara bir yenisini ekledim bu gece. Çok koydum başına da. Bir zamanlar sevgimin önüne koyduğum çok; bu kez yanlışların önünde durdu. Sevgimden çok yakıştı buraya. Hoş! Sevgimi çirkinleştiren de aynı adamdı. Kulaklarını tıkayıp, gözlerini kapatıp da yaşarsın aşkı. Duymazsın gerçek dünyayı, görmezsin insanları. Doğru olan aşktır ve doğru aşk için gereken de soyutlaşmaktır. Somutlaştıranınsa yine aynı aşk olacağını bilemezsin tabi. Gün gelir seni rüyalarla buluşturan aşk; bir çırpıda uyandırıverir. Sonra dikilir karşına. Aşk sanıp da yaşadığını hiç çekinmeden kirletir. Yüz vermek olur adı ya da kendini çok değerli görmek. Hoş! Kendini sevdiğin adamın gözünden değerli de görmemişsindir ya hiçbir

Ne Çok...!

Resim
22 yılıma neler sığdırdım öyle... Ne acılar ne hayal kırıklıkları... Ne çok kez yandı yüreğim ne çok kez kesildi saçlarım, bileklerim... Gururum ne çok kez ayaklar altına alındı... Umutlarım, hayallerim daha küçük yaşımda ne çok kez yerle bir edildi... Ne çok insan tanıdım, ne çok insanı diri diri gömdüm toprağa ve ne çok insanı çıkarmak istedim toprağın altından... Ne çok kez kalbimi o güzel yürekli bedenlerle bıraktım soğuk topraklara... Ne çok kez aldatıldım ne çok dost edindim de doymadım kazıklarına... Ne kadar çok sevdim ben ve ne kadar çok sevilmedim... Ne çok rüya gördüm de birini bile gerçeğe çeviremedim. Bir adamı ne çok sevdim öyle... O adam ne de çok sevmedi beni... Ne çok kez diledim ölmeyi ve ne çok kez beceremedim kendimi öldürmeyi... Ne çok kez ağladım ne çok kez silinmedi gözyaşlarım... Ne çok kez bir dosta ihtiyaç duydum da arayacak kimseyi bulamadım... Ne çok kez yalnız kaldım ben... Ne çok kez dışlandım insanoğlunun yüreğinden... Ne çok kez

Ruhumun Suratı

Resim
Karanlığın zifirisini gözlerin aydınlatmıştı; yalan yok. Yağmurların altında sindiğim köşede ellerin tutmuştu ellerimi. Kaldırım taşlarından sen kaldırmıştın beni. Güneşin doğmadığı kalbime doğurmuştun güneşi. Kimsenin cesaret edip de dokunmadığı saçlarımı bir çırpıda sen öpüp koklamıştın. Küçük odamda, küçük yatağımda bir senin göğsünde huzurla uykuya dalmıştım. Hatalarımı küle çevirmiştin. Paramparça kalbimi özenle bir araya getirmiştin sen. Sonra da kendi kalbini oturtmuştun baş köşeye. Konuşmazdın çok. Hiç konuşmazdın hatta. Bazen içerdin. Çok sarhoş olurdun. Sarhoş olduğun anlarda da evlenmemiz gerektiğini söylerdin bir tek. Ben mutluluktan ağlardım; sen gülümseyerek sarılırdın. Sabah olduğunda ise bütün gece ne konuştuğumuzu unuturdun. O zaman ben; nefes almayı unuturdum. Nadiren gözlerime bakardın sen. Yakaladığım anlarda ise dünyanın geri kalanını unuturdum. Tarihi, mevsimi... Nerede olduğumu unuttuğum bile oldu. Sonra her güzel şey gibi sen gittin. Klasik son

İsterdim Sadece

Resim
Kendime yalanlar söyleyebilmeyi isterdim. Söylediğim yalanlara da inanmayı. Mesela herkes unutulduğunu sanarken, göğsümde sakladığım fotoğrafını yakmak isterdim. Gülüşlerini, yankı yankı beynimi saran kahkahalarını yok etmeyi dilerdim. Yüzünü görmediğim saniyelerde mutlu olmak isterdim. "Sen!" diye ağlamak yerine. Bin bir umutla göğüs kafesime astığım papatyaları, tek tek yolmak isterdim; içim rahat. Ağlamamalıydım ismini yazdığım onlarca sayfayı karalarken. Bu kadar uzun zamanlar da bakmamalıydım fotoğraflarına. "Unutmayayım." diye kaydettiğim sesini; her gece baş ucuma ninni yapmamalıydım mesela. Kaydetmemeliydim de üstelik sana dair hiçbir şeyi. Gittiğin gün, silmeliydim, yakmalıydım hepsini. Misafir geleceği zamanları kestirip, indirmemeliydim odamın duvarlarından fotoğraflarını. Asmamalıydım aslında hiç. Hiç olmamalıydın yarım yamalak olacağına. Darmadağın bırakıp 'kaçacağına' gelmemeliydin hiç. Soranlara söylediğim yalanlara inansaydım da 

Veda Mektubu

Resim
Gerçekleri bir kereliğe mahsus görmezden geliyorum şuan. Bir kere, ilk ve son kere... İkincisi yok! Bu satırlar, yazıldıktan hemen sonra unutulacak ve sana asla ulaşmayacak. Bütün kuralları yıkıyor ve bugüne dek yuttuğum bütün sözleri bir bir kusuyorum. Sevgilim... Cennetim... Umudum... Mutluluğum... Gözyaşım... Huzurum... Acım... Dünlerim... Yarınlarım... Terk edilişim... Aldatılışım... Acizliğim... Çaresizliğim... Çıkmazım... Hayallerim... Kalbim... Gecelerim... Kabuslarım... Güneşim... Yıldızım... Bıraksan sabaha kadar yazacağım. Milyon tane sıfat yakıştıracağım varlığına. Gözlerine, saçlarına onlarca şiir sığdıracağım. Yatsan dizlerime, kirpiklerini öpeceğim usul usul. Yaralarımı göstereceğim. Yokluğun kadar acıtmayan ama en az o kadar acıtan yaralarımı... Kanlar içindeki avuçlarımı ve bileklerimi... Sen dolu kalbimi göstereceğim sana. Umut dolu yarınları anlatacağım. Birleşen iki elin, nasıl da her zorluğu alt ettiğinden bahsedeceğim biraz. Sonra sana bir sigara yakacağım. S

Aşk Dediğin

Salonda minderimin üzerinde oturuyordum. Avucumda tuttuğum cam kırıkları yüzünden kanlar süzülüyordu ellerimden. Pantolonum artık beyaz değildi. Aslına bakarsan, hiçbir şey beyaz değildi artık. Biri dünyanın ışıklarını kapatmış ve her yer zifiri olmuştu. Peki şimdi ne yapacaktım?  Kocaman umutlarla başlayan aşk, kocaman küfürlerle son bulmuştu. Oysa rüya gibiydi her şey. Herkes imrenerek izler, güzel sözler söylerdi. "Bitmesin" derdi herkes. Çünkü hiçbiri böylesine derin bir aşka sahip olmamıştı.  Bitişine bakılırsa, o kadar da büyük bir aşk değildi. Yaşanmış her hatıra, her güzel anı; hak etmediği bir sona mahkum edilmişti. Peki neydi sebebi? Kimdi suçlu? Ben miydim yoksa her şeyimle sevdiğim o çekip giden adam mıydı? Geri gelir miydi peki? Bir şansımız daha olur muydu? İkimizin de kafasındaki tek soruydu bu. Ama ikimiz de bilirdik ki başlamazdı bir daha biten bir ilişki. Ki Bu kadar fırtınalı bitmeseydi. Bu kadar kırılmasaydık ve kırmasaydık bu denli... Aşk dediğin,

Buruk Dusler

Mayıs görünümlü bir Mart gecesinde Ilık ılık esen rüzgar, çarpıp geçerken tenimize; Kim bilir kaçıncı sigarayı bastırmıştık kül tablasına... Kurduğumuz kim bilir kaçıncı hayal yok olup gitmişti ellerimizde... Ve biz; Dünyanın bütün yükünü sırtına almış İki küçük insandık. Biz o gece buruşturup çöpe attık Bütün kırgınlıklarımızı. Hayata karşı aldığımız bütün yenilgiler Yok oldu bir anda. Yalnız biz vardık. Yalnız sigaralarımız vardı. Yalnız kısık sesle çalan müziğimiz Ve düşlerimiz... Ceplerimizden taşan düşlerimiz... Kurup kurup, Buruk buruk ardından baktığımız onlarca düş... Göz kapaklarımızı zorlayan yaşlar Ama asla akmayan, Akamayan... Bir tek biz vardık. Onca yalanın içinde var olmaya çalışan, İki küçük insan... Bir tek biz! Bütün yaralara rağmen Hala hayata tutunmaya çalışan Yalnız biz...