Alkımın Güneşi "Bölüm 12"
Dakikalar
sonra manzarayı karşımıza almış, Fransız balkonun camlarını açıp ayaklarımızı
korkuluklara yaslamıştık. Yanyana oturuyorduk. Bildiğin yan yana. Üçlü koltuğa
sıralanmıştık resmen. Ben sol bacağımı altıma almış Güneş’e dönük oturuyordum. Güneş
direkt olarak karşıya bakıyordu birasını yudumlarken. Gökmen ise bir an önce
sarhoş olmak için şarabı şişeden kafaya dikiyordu. En yavaş giden bendim. Bunun
tek sebebi vardı. Hızlı içtiğim zaman bir süre sonrayı hatırlayamıyordum. Bu
gece ise her saniyeyi hafızama kazımak istiyordum. Kolay kolay ele geçmezdi
böyle fırsat. Yani bir daha tekrarlanacağını pek sanmıyordum. İnşallah
tekrarlanırdı tabii yani çok isterdim ama ne bileyim bir daha olmazmış gibime
geliyordu işte.
Aklınıza
gelebilecek her şarkıyı dinledik. Yıldız ablamızdan Müslüm babamıza kadar. Ara
ara tuvalete koşturuyorduk tabii. Bu aralıklar zamanla kısaldı ve arttı. Ayağa
her kalkışımda sallanmamak için kendimi parçalıyordum da pek başarılı
olamıyordum. Yürüyemediğimi gören Gökmen ve Güneş gülme krizine giriyordu.
Onlar güldükçe ben de gülüyordum ve bir süre duvar dibinde kalıyordum. Vardiya
değişikliği yapıyorduk resmen. Ben dönünce Gökmen, o dönünce Güneş gidiyordu.
Sonra yeniden en başa…
Kendimi
gülme krizlerinin arasında güç bela koltuğa attım. Attım diyorum çünkü
gerçekten attım. Yalnızca denge problemi yaşıyordum içtiğim zamanlar. En kötüsü
de buydu zaten. Güneş’in yardımlarıyla geçebildim yerime ve hemen peşimden Gökmen
kalktı. Sol bacağım yine altımdaydı ve sol kolumu koltuğa dayamış, düşmeye
çalışan başıma engel oluyordum. Fakat bu kez Güneş’e fazla yakın oturmuştum.
Öyle ki sağ elim kendi dizim sandığım Güneş’in dizindeymiş, biraz geç fark
ettim.
-Bitirdin
mi biranı?
-hıı? Ney??
-Biran
diyorum, ne alemde?
-Ben de
özür diliyorum.
-Anlamadım?
Ned….
Cümlesini
tamamlamasına fırsat bile vermeden nerden geldiği belirsiz kocaman bir
cesaretle Güneş’i öpmüştüm. Öyle bir anlık da değil üstelik… Saniyelerce
öpüşmüş, kendimi geri çekip tam özür dileyecekken bu kez de Güneş tarafından
öpülmüştüm. En güzeli de buydu zaten. Güneş beni öpmüştü! Yehuuuuu!
Gökyüzündeki yıldızlar birbir Güneş’in evine inmişti ve birer havaifişek gibi
etrafımızda patlıyordu. Fonda en güzel aşk şarkıları ardı arkasına çalıyordu. Güneş
kendini çekip, alnını alnıma dayamış; dudaklarıma bakıyordu ve en güzel sözler
eşliğinde tam evlenme teklifi edecekti ki
-“Ben
yatıyorum.” Diyerek Gökmen içeri girdi. Zamanlamasını sevdiğim çocuk! Bizi
elbette görmüştü. Pekala sesini çıkarmadan da gidip yatabilirdi. Ama
yapmamıştı. Bunun yerine “Sizi gördüm!” diyebilmek için iyi geceler dilemişti. Üstelik
Güneş’in odasına geçmişti. Peki ama biz nerede yatacaktık? Cidden birlikte mi
uyuyacaktık acaba? Böyle romantik romantik… Belki bir daha öperdi beni? Yani bu
kez o öperdi? Allahım! Ne saçmalıyorum ben? Biz arkadaş kalma kararı almamış
mıydık? Her şeyi mahvettim işte! Ne diye öptüm ki şimdi onu? Bir daha
bakmayacaktı yüzüme. Bir daha asla konuşmayacaktık. Bir daha asla…
-Kalkarsan
ordan koltuğu açacağım.
-Neden?
-Uyumayacak
mısın?
-Haa ben?
Uyurum yani neden olmasın. Sen uyuyacak mısın?
-Uyuyacağım
tabi uykum geldi.
-Tamam o
zaman.
-Hadi kalk!
-Ne?
Nerden?
-Koltuktan!
-Haa.
Pardon ya…
Güneş yatak
yapmak için koltuktan kaldırmıştı beni. Gökmen odadaydı, bu koltukta ben mi
yatacaktım peki yoksa biz mi? Belki de Gökmen’i uyandırıp salona çağıracaktı ve
onlar salondaki koltuklarda yatarken ben Güneş’in yatağına razı olacaktım.
Beş dakika
sonra Güneş, iki yastık ve bir yorganla dönmüştü salona. Beni kaldırıp açtığı
koltuğa yastıkları yan yana koymuş ve yorganı da düzgün bir şekilde örtmüştü.
Sonra yastıklardan birine başını koyup uzandı. Fazla dikkatli bakmıştım sanırım.
-Uykun yok
muydu senin?
-Var ya
olmaz mı?
-Neyi
bekliyorsun o zaman öyle karşımda? Gelsene.
Bu kez
nasıl baktım acaba da Güneş gülmeye başladı? Ben bu adama sürekli rezil olmak
zorunda mıydım? Tamam yine güldüreyim eğlendireyim de aptallıklarımla olmasın
yani. Bıktım artık canım. Bu kaçıncı rezillik? Ben olsam bir daha bakmazdım
benim yüzüme. Aman ha! Sakın Güneş sen öyle bir şey yapma!
Güneş’in
yanına geçerken boş olan yastığa kolunu uzattı ve başımı yastığa koyduğum gibi
kendine çekti. Göğsüne yani. Gerek yokmuş yastığa. Onun göğsü varken yastıkta
mı yatacakmışım? Bunları söyleyen adam benim arkadaşım güya! Kimi kandırıyordu
ki? Bal gibi de aşk yaşıyorduk işte. Her insanla birlikte uyunmaz kolay kolay.
Sevmediğin birinin elini tutarsın belki ama göğsüne başını yaslayamazsın. Bu
adam çatır çutur yatırmıştı göğsüne. Sıkıca da sarılmış saçlarımı koklamaya
başlamıştı. Gel de ölme işte heyecandan! Sevdiğim adam saçlarımı koklaya
koklaya öpüyordu işte! Onu bunu bilmem de aşk itemlerinden biridir koklayarak
öpmek. Tüm bu parçaları birleştirdikçe Güneş’in bana deliler gibi aşık olduğunu
düşünmeden edemiyordum. Ne yapayım ama? Her şey bu yola çıkıyor işte.
Birkaç saat
sonra Güneş’in sıcaktan terleyip ıslanmış alnına dokunduğumda Güneş’le dudak dudağa
uyuyakalmak üzereydik. Biz aşk yaşamıyorduk. Aşkı yeniden yazıyorduk. Ara ara
birbirimizin dudaklarına küçük öpücükler kondurarak tıpkı filmlerdeki gibi
uykuya daldık.
Yorumlar
Yorum Gönder