Alkımın Güneşi "Bölüm 11"



            Uykuya dalışımın aksine Güneş'e sırtımı dönmüş bir halde uyandım. Kendime kızmaya başladığım sırada Güneş'in bana arkamdan sarıldığını fark ettim. Bu adam hayallerimdeki aşkın ta kendisiydi ya! Onu uyandırmamaya çalışarak telefona uzandım. Her zamanki gibi yine öğlen bitmek üzereydi. Gökmen bu kez kısık seste dinlemişti club müziklerini. Yüzündeki ifadeye bakılırsa benden çok o mutluydu.

            Açlıktan ölme noktasına gelmiştik üçümüz de. Yemeği günde tek öğüne düşürmüştük çünkü. Sonuçta öğrenciydik. Daha fazla acı çekmeden kahvaltı hazırladık hep birlikte. Tadını çıkardık. Ya da ben çıkardım galiba. Huzurlu bir uykunun peşine ne de güzel gelmişti!

            Kahvaltı biteli yarım saat olmamıştı ki Gökmen’in işi çıktı. Nasıl olduğuna Güneş de ben de anlam veremedik. Kapıdan çıkarken Gökmen’in bana gizli gizli göz kırptığını görene kadar… Bu çocuk Güneş’in kuzeniydi ve böyle davranıyorsa mutlaka bir bildiği vardı. Acaba Güneş bir şey mi söylemişti ona? Yoksa arkadaşlıktan vaz mı geçecekti? Fazla üstüne gitmemekte yarar vardı. Bir defa kaçırmıştım elimden. İkinci olsun istemezdim elbette.

            -Eee Güneş… Ne yapalım?

            -Bilmem. Var mı aklında bir şey?

            -Çok güzel bir şey var hem de.

            -Neymiş?

            -Temizlik.

            Güneş de tıpkı benim gibi temizlik yapmaktan nefret ederdi ama çok titiz bir insandı. Eve şöyle bir baktı. Sonra mutfaktaki bulaşık yığınına… Masadaki ağzına kadar dolu kül tablalarına… Sonra banyodaki saçlarıma… Evet çok fazla saçım dökülüyordu ve yalnızca banyo değil, her yerdeydiler.

            -Tamam, yapalım hadi.

            İşte bunu çok seviyordum. Hayır sevdiğim elbette birine iş kakalamak değil, sevdiğim insanlarla temizlik, yemek, vs. yapmaktı. O zaman zamanın nasıl geçtiğini anlamaz bir de çok eğlenirdin çünkü. Bizim temizliğimiz de öyle oldu.

            Birkaç saat sonra yorgunluktan bayılacak kıvama gelmişken kendimizi koltuklara attık. Ahh!!! Bana oturmak yasak! Hemen mutfağa koşup henüz üzerindeki su damlaları bile duran kupalarıma birer poşet çay salladım. Güneş’in sevdiği gibi 4 şekeri atıp, karıştırıp poşeti çıkardım ve Güneş’e uzattım. Nasıl mutlu oldu! Bu kadar sevineceğini bilsem daha önce yapardım. Paketinden çıkardığı 2 dal sigarayı birden yakıp birini bana uzattı. Mutlu olma sırası bu kez bendeydi. Dozunu tutturmayı başaramıyordum ama bu mutluluğun. Bildiğin bulutlarda geziyordum.

            -Bak ne dicem. Bugün Cuma. Akşam Alsancak’a mı gitsek??

            -Aaa çok iyi olur. Ama önce eve geçmem lazım. Duş falan alacağım. Gökmen’le de konuşurum. Sen de Koray’la konuş. Haberleşir çıkarız.

            -Tamam o zaman ben de bi duş alayım.
           
            Çaylarımız biter bitmez Güneş akşam buluşmak üzere kalktı:

            -O zaman ben kaçtım?

            -Tamamdır akşam görüşürüz.

            Sarılıp, öpüştük. Elbette iki arkadaş gibi! Güneş’ten bir saniye bile uzak kalmamak için plan üzerine plan patlatıyordum. Peki bu gece ne yapsaydık? Hangi mekan paklardı ikisini? Yabancı müzikten hoşlanıyordu ikisi ve ben nefret ediyordum. Gazi Kadınların yalnızca bir iki mekanı tam istediğim gibiydi. Bu yüzden başka mekana da pek fazla gitmezdim. Benim gittiğim mekanlar da onları sarmazdı. Off! Nasıl çıkacaktım bu işin içinden?

            Duştan çıktığımda Güneş’ten mesaj vardı telefonumda. Küçük çaplı bir heyecandan kaynaklı kalp krizi geçirip mesajı açtım.

            -Bizimkiler baskın yaptı. Akşam çıkma planımız yalan oldu yani.

            Bizimkiler??? Kimdi ya bizimkiler? Tabi yaa. Daha dün akşam Güneş’i arayıp yoklamışlardı. “Oğlum, biz geldik. Kapıyı açsana!” diyerekten. Bu gece gerçek olmuştu işte. Eee peki Gökmen ne yapmıştı? Güneş’in ailesi onun burada olduğunu bilmiyordu. Bilmekten öte görüşmelerini istemiyorlardı zaten. Bir de Şans vardı tabii. İşte şimdi bitmişti Güneş.

            -Eee peki Gökmen?

            -Yakalandık elbette. Burada hala o da. Birazdan dışarı çıkacağız. Gelip alırım seni de. Anlatırım.

            Gelip alırdı beni, anlatırdı. Al tabi Güneş’im gel al beni. Nikahına al hemen yarın atalım imzaları. Prosedüre gerek yok. Ne o öyle isteme falan? Ailelerin bilmesine de gerek yok. Sonra anlatırız. Hadi artık bir an önce atalım şu imzaları.

            -Tamamdır.

            Şimdiiiiii… Ne giyinecektim? Ne kadar dışarda kalacaktık? Nereye gidecektik? Alsancak’a geçer miydik acaba? Kot tişört mü giyseydim altına converse ile yoksa topuklu mu geçirseydim ayağıma? Ama ya gitmezsek bir yere? Converse giyeyim. Bu sefer de gideceğiz niye hazırlanmadın derlerse yetişemezdim ki? Kezban gibi de gidemezdim club’a. Off! Saçlarımı ne yapacaktım?

            Yarım saat sonra dolabımın önünden kalkıp kurtarıcılarımı giyindim. Dizleri parçalanmış kotum, bordo askılı ve göğüs dekolteli tişörtüm, bordo converselerim ve deri ceketim. Kot yerine eşofman giysem bas bas bağırıyor olurdum spora gidiyorum diye. Kahretsin ya! Saçlarımı düzleştirip, her zamanki makyajımı yaptım. İncecik eyeliner ve az biraz maskara. Kirpiklerim yeteri kadar uzundu zaten. Daha fazlasına ihtiyacım yoktu. Tanrı’nın bana bahşettiği tek şey de buydu zaten. Kısacık boyum, yıllardır kaybolmayan bir ayva göbeğim varken bırakın da uzun kirpiklerim olsun!

            Kapıya çıktığımda Güneş’ler ortada yoktu. Kapının önünde çalışır durumda olan bir araba vardı ve ısrarla kornaya basıyordu. Güneşlerdi işte! Tabi ya baba gelince araba otomatikmen Güneş’e geçmişti. Arka koltuğa geçtiğimde tombiş güzel bir çocukla karşılaştım.

            -“Merhaba sen de kimsin? Alkım ben.” Deyip bütün samimiyetimle yanaklarından öptüm.

            -“Berk ben.” Dedi bütün tatlılığıyla. Güneş’in kardeşiydi. Güneş’in bir kardeşi vardı üstelik bu çocuk dünyalar tatlısıydı.

            Havlayarak orada olduğunu ve onu görmediğim için bana kızdığını belirten Şans’ı da es geçmemek lazımdı tabi. Sadece Şans değil, maması ve oyuncakları da arabadaydı.

            -Noluyor Güneş?

            -Babam evde kalmasına izin vermedi. Bir süreliğine Müge’ye bırakacağım.

            -Ohh ne güzel. Hayvan sevgisi olmayan bir baba.

            -Ondan değil! Binada hayvan yasaktı. Yönetici şikayet etmiş babama.

            -Hımm anladım. Müge sizden daha iyi bakar zaten.

            Gerçek buydu. Güneşler her gün Koray’da (ara sıra bende) kalmaktan küçücük köpekle ilgilenemiyorlardı. Yediği içtiği önündeydi hayvanın ama sevgi görmüyordu. Koray ya da ben onların evine gitmediğimiz sürece. Durum böyle olunca fazlasıyla sevindim tabii.

            Müge’nin küçücük salonu çok kalabalıktı. Ablası, arkadaşı, eniştesi kim var kim yoksa o akşam Müge’deydi. Köpeği bırakıp biraz da laflayıp alelacele çıktık dışarı. Arabanın yanına geldiğimizde üçümüz de birer sigara yakmıştık. Berk arabada sıkıntıdan patlamak üzereydi. Biz onu görmezden gelip durum değerlendirmesine başladık.

            -Ne zaman gidecekler?

            -Birkaç güne giderler heralde.

            -Gökmen nolcak o birkaç günde?

            -Bende kalamaz. Zaten birlikte yaşamıyoruz dedim.

            -Bana gelsin o zaman.

            -Zaten mecburen ya sana ya Koray’a.

            -Bana gel laan. Çok mutlu olurum.

            Sigaralarımız bittiğinde Güneş Gökmen’le beni eve bırakmıştı. Benim evime yani. Markete gidip bir şeyler aldık. Film izlemek için gereken ne varsa aldık işte. Çikolatalı kruvasanı elbette ihmal etmedik. Güneş giderken “Bizimkiler uyuduğunda belki gelirim.” Demişti. O yüzden 3 tane almıştım. Gökmen elimde 3 kruvasanı görünce gülümsedi. İçten, kalbinden kocaman bir tebessüm armağan etti. Sesimi çıkarmadım. Ne diyebilirdim ki? Gelmeyeceğini bile bile ihtimalleri düşünmüştüm işte.

            Bilgisayardan aklıma gelen bütün slov şarkıları hatta abartıp en sevdiğim türküleri bile açtım teker teker. Sağolsun Gökmen görmezden geldi bu hareketimi. İçimde garip bir duygusallık vardı. Her şey yolundaydı. Konuştuğumuz gibi Güneş’le arkadaştık. Bir arkadaşa göre de fazlasıyla iyiydi bu konuda Güneş. O zaman sorun neydi? Beğenmiyordum madem niye kabul etmiştim arkadaş olmayı? Uzak kalamadığımdan tabi ki. Kalabilir miydim hiç? Bir gün görmesem deliye dönüyordum. Güneş'ten uzakta nasıl nefes alabilirdim?

            Ben içsesimle tartışırken, Gökmen kendi kruvasanını bitirmiş, Güneş'inkine göz dikmişti. Bir yandan ona engel olmaya çalışıyor bir yandan da Güneş'e mesaj atıp gelip gelmeyeceğini sorsam mı diye düşünüyordum. Elbette dayanamayıp o mesajı attım:

            -Sana kruvasan aldım. Geleceksin dimi?

            (Sanki ne almışım! Adamın evinin altında bakkal var zaten. İstese dünyaları alır aşağı inip de. Neyin artistliği yani bu kruvasan aldım falan?)

            -Gelmeye çalışacağım. Ama bizimkiler hala uyumadı.

            -Hadi ya. Sen ne yapıyorsun peki?

            -Uzanıyorum.

            -Bu demek oluyor ki “Birazdan uyuyacağım. Beni beklemeyin.”

            -Hayır. Uyuyakalabilirim.

            -Bundan adım gibi eminim.

            Dediğim gibi Güneş uyuyakaldı. Canım sıkılmıştı bu duruma. Gelmesini çok istiyordum. Yarım saat bile uğrasa yeterdi. Ama olmadı. Salondaki koltuğu açıp Gökmen’in seçtiği filmi başlattık bilgisayarımdan. Deli gibi cips yiyorduk. Aklım hala Güneş’te, gözüm telefondaydı. Belki uyanır da gelir diye bekliyordum dört gözle. O sırada Gökmen uyuyakaldı. Film başlayalı daha yirmi dakika olmuştu üstelik. Tek başıma üşenmeden bitirdim filmi. İzlemek istediğimden falan değil; Güneş uyanırsa uyumuş olmayayım diye. Saat 5’i gösterdiğinde film bitti ve Güneş’ten hala mesaj yoktu. Gökmen’in yanından kalkıp üzerine battaniye örttüm ve odama geçtim. Diş fırçalama süremi uzattıkça uzattım, saçlarımı taradım, makyajımı özenle çıkarıp bakım yaptım, bütün vücudumu kremledim ve Güneş’ten hala mesaj gelmedi. Telefonun sesini sonuna kadar açıp başucuma koyduktan sonra yatağa girdim. Kafamı yastığa koyduğum gibi de uyuyakaldım.

            Öğlen uyandığımızda sabahın sekizinde Güneş’in attığı ‘Uyuyakalmışım.’ Mesajını gördüm. Ve yarım saat önce de ‘Uyandınız mı?’ yazmıştı. Mesaj yazmaya üşendim. Tek gözüm açık salonda sigara ararken Güneş’in numarasını çevirip beklemeye başladım.

            -Günaydın! Gitti mi sizinkiler?

            -Evet. Gittiler.

            -Hadi ya. Çok sevindim! Yani şey… Hani daha şey yani ne biley…

            -Tamam tamam anladım ben de sevindim zaten.

            -Ha iyi o zaman.

            -Eee napıyorsunuz?

            -Yeni uyandık işte.

            -Tamam o zaman bize gelin. Bizimkiler dolabı doldurup gittiler.

            -Hadi canım! Açlıktan ölüyorum. Yarım saate ordayız.

            Konu yemek olunca, bakkala giderken bile yarım saatte hazırlanamayan ben, beş dakikada hazır oldum her zaman. Nasıl başarıyordum inanın bilmiyorum. Enerji gibi bir şeydi bu. Yine aynı şey oldu. Telefonu kapattıktan beş dakika sonra makyajıma kadar hazırdım. En kalın montumu üzerime geçirdikten sonra evden çıktık. Yarım saat içinde Güneş’teydik. Neler yoktu ki dolapta! Güneş dolabı ardına kadar açıp ne yemek isterseniz yapın demişti cüretkar bir şekilde. Gökmen da benim gözüme bakıyordu hazırlayayım diye. İki güzel erkeği kırmadım ve dakikalar içinde muhteşem bir sofra kurdum. Biraz sabah kahvaltısı, biraz öğle yemeği barındırıyordu. Olsun! Muhteşem bir şekilde doyurmuştum karnımı. Güneş’in annesine defalarca kez minnetimi ilettim içimden.

            Boş takılmanın zamanı gelmişti yeniden. Zaten biz bir şeyler yiyip ortalığı toparlayana kadar akşam olmuştu. Cidden akşam olmuştu. Hava falan kararmıştı yani. Kendimi koltuklardan birine attım. Bir süre telefonumdaki oyunları teker teker oynadıktan sonra bir anda Güneş’e dönüp nerden çıktığı belli olmayan şu cümleyi kurdum.

            -İçelim mi bu gece?

            -“Olur içelim.” Diye atladı Gökmen. Bu kadar zamandır birlikte vakit geçirmiştik de içki içmemiştik. Üstelik üçümüz de içkiyi çok seven insanlardık.

            -“Aynen. Ben de katılıyorum.” Dedi Güneş bir çırpıda. Dakikalar sonra Gökmen, bakkala gitmeye gönüllü oldu. Elbette bizi yalnız bırakmak için.


            Güneş’in evinin güzel bir gece manzarası vardı. Tepelerde ışıklar yandığında, camı açıp sessizlik eşliğinde izlemek huzur veriyordu insana. Bunu Gökmen gittiği an öğrendim. Sessizliği dinliyorduk. Ve birbirimizin nefesini… Konuşmamak ilk kez bu kadar güzeldi. Kısacık bir sürede gelen Gökmen bütün sessizliği mahvetti tabii. Zaten ne bekliyordum ki? Bakkal evin hemen altındaydı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen