Alkımın Güneşi "Bölüm 13"



           Sabah uyandığımızda öğrenci evlerine çok fazla gelecek güzellikte bir kahvaltı masasıyla göz göze geldim. Güneş hala yanımda yatıyordu ve kahvaltıyı hazırlayan Gökmen’di. Şaka gibi! Benden daha mutlu ve heyecanlıydı sanki. Ona baktığımı görünce kocaman bir tebessümle Güneş’i uyandırmamak için sessiz bir “Günaydın” armağan etti bana. “Aynısından!” dedim ben de gülümseyerek. Sonra Güneş’e baktım. Bana dönüktü. Sağ kolunu yastığın altından geçirmişti ve sol kolunu da belime atmıştı. Kalkmak için doğrulduğumda hızlı bir hamleyle beni yatağa geri çekti. Hiç problem değildi. Böylesi daha güzeldi zaten. Sonra yastığın altındaki kolunu belime doğru indirdi ve gerinirken beni daha sıkı kavradı. Güç bela gözlerini aralayıp bana baktığında yüzüne bir tebessüm yerleştirdi ve “Günaydın!” dedi. Gün aymıştı gerçekten. Cennetim yanı başımda gözlerini açmıştı yepyeni bir güne. Belki yepyeni bir aşka? Belki de artık birlikteydik biz? Evlenirdik belki? Ona benzeyen müthiş yakışıklı bir oğlumuz olurdu? Adını ne koyardık? Sonuçta Güneş’e benzeyip bir yıldız filan olacaktı yani. Ateş mi olsaydı acaba? Annesinin aşkını, babasının yakışıklılığını alıp kasıp kavururdu ortalığı; tam da adına yakışır şekilde.

            Kahvaltı masasına doğru biraz hızlı adımlarla yöneldim çaktırmadan. Ne yoktu ki masada? Boşnak kahvaltılıklarının yanı sıra bir de omlet yapmıştı Gökmen! Aslan Gökmen! Acaba onu da evlat mı edinseydik? Yok canım daha neler! İyice uçtum ben.

            Kahvaltımızı yaparken Güneş’le birbirimizin yüzüne pek fazla bakmıyorduk. Sanırım buna sebep Gökmen’di. Çünkü ne zaman bize baksa pis pis gülüyordu. Benim bu kadar mutlu olmam gerekmez miydi? Hayır yani Güneş’le öpüşen benim, musmutlu yatıp uyuyan benim, uyandığımda da ahtapot tarafından sarıp sarmalanmış olan benim, bu kadar mutlu olan niye sensin ki? Utandırma da ben mutlu olayım birazcık.

            Kahvaltıdan sonra Gökmen’i evde bırakıp Güneş’le çıktık. Çıktık dediysem Güneş sınava gitti bense birkaç gün sonra gireceğim sınavım için gerekli fotokopileri almaya. Okula adımımı atmışken Koray aramasa garip olurdu zaten.

            -Nerdesin?

            -Ders notlarını aldım okuldayım. Sen?

            -Kırmızıdayım ben de. Bu tarafa doğru gel.

            -Tamamdır.

            Her gün görüp selamlaştığım ama hala adını bile bilmediğim birkaç insana selam verdikten sonra Kırmızı’ya girdim. Koray’ın yanına gitmek elbette kolay olmadı. Tıklım tıklım dolu olan Kırmızı’da bir yandan Koray’ı arıyor bir yandan da selam verenlerle tek tek öpüşüyor, ayak üstü hocaları çekiştiriyordum.

            -“Naber gençler?” dedim Koray ve Mete’yi bulup yanlarına otururken.

            Mete Koray’ın diğer ev arkadaşıydı. Esmer, uzun boylu ve her ne kadar Koray’a göre daha geniş omuzlu gözükse de Koray’dan daha az kalıplı biriydi. Bunu, Koray’ı Mete’nin ceketine sokmaya çalışırken fark etmiştik. Standart bir tipi vardı Mete’nin. Öyle bayılmazdın da çok yakışıklı diye, Çok çirkin diye kaçmazdın da. Bir de kendisine fazla güzel kalan bir kız arkadaşı vardı. Duygu. Yani elbette bir manken değildi tabi ama hoş kızdı. Bakımlıydı mı diyeyim ya da? Biraz çekik gözlü, en fazla 1.60 boylarında ve eminim ki 48 kilo civarında bir kızdı. Uzun saçları vardı ve genellikle toplardı. At kuyruğu bir kıza anca bu kadar yakışırdı işte o an.

            -“İyi.” Dedi Koray öperken.

            -“Sana ihtiyacım var!” cümlesini yapıştırdı Mete bana sarılırken.

            “Başka ne şekilde çağırırdınız ki zaten beni?” diyemedim tabi. Güneş’e bu kadar sarmadan önceyi düşünürsek Korayların evinin dördüncü üyesiydim.

            -“Seni sormalı asıl?” dedi Koray sitemli sitemli. Bir de baştan aşağı süzdü beni.

            -“İyiyim ya nolsun! Uğraşıyorum işte.” Dedim bir çırpıda. Elbette “Güneş’le aşk yaşıyoruz. Dün gece öpüştük. Birlikte uyuyoruz.” Filan diyemezdim. Koray birlikte olmamıza kesinlikle karşıydı. Hoş! Ona neyse? Beni düşünüyordu belki ama ben bu adamla fazla mutluydum işte. Konu ne zaman Güneş olsa ağzım kulaklarıma varıyordu bunun Koray da farkındaydı. Neyini kabullenmiyordu peki? Tabii ya!!! Onun sevgilisi yok diye yapıyordu. Biz Güneş’le sevgili olursak, onu boşlardık, yalnız kalırdı. Ah be Koray’ım! Hiç yapar mıyım sana bunu? Baş tacımızsın sen bizim. Nereye gidersek elbette sen de gel. Hatta gel ortamızda yat!

            -Ne dersin?

            Mete’nin sesiyle irkildim. Neye ne derdim acaba? Ne demişti ki? Yineletsem mi acaba? Bakayım Koray ilgileniyor mu? Hayır gözlerini dikmiş cevabımı bekliyorsa ve ben hıı? Diye Mete’ye dönersem Güneş’le ilgili bir şey düşündüğümü kesin anlardı. Çünkü ben salak gibi söz konusu Güneş olunca kendimi kaybediyordum. Güzelll. Koray ona selam veren bir çocukla konuşuyordu. Fark etmemesine şükrederek Mete’ye dönüp en baştan anlatmasını rica ettim. O kadar çaresizdi ki bir çırpıda hiç üşenmeden başa sardı.

            Nereden baksan yirmi beş yirmi altı yaşında gösteren beyimiz meğer yirmi birindeymiş henüz ve bizim Japon kızımız Duygu'ysa yirmi üç yaşındaymış. Fakat bunu öğrenen esas oğlan, kıza yaşını yirmi üç olarak söylemiş. Kız bunu sorun yapar mıymış? Niye yapsın Mete’m? Bak Güneş daha on sekizinde çıtır delikanlı. Yirmi bir yaşında olmam neyi değiştiriyor? Hoş! Ben en başından biliyordum Güneş’in yaşını; bu durumu örnek veremem o yüzden. Söylese peki? Iııh… Kız milleti… Niye yalan söyledin? Diye parlar bu kez de. Hayır yani niye bu kadar detaycıyız acaba? Ne var yani mis gibi çocuk! Aşık mısın? Evet. O zaman ne önemi var yaşının? Alt tarafı iki yaş üstelik!

            Yarım saat sonra Mete, Duygu’nun en sevdiği araba olan Vosvos’ların maket olanlarından (hani şu koleksiyonluklardan) birkaç tane alıp, sonra klasik liseli ilişkilerine özenip bir kutuya bu arabaları koyup biraz da çikolatayla arabaları kapatmayı düşündüğünü anlatmıştı. Ne diyeceğimi bilememiştim. Çünkü ne Mete’yi ne de Duygu’yu yeteri kadar tanıyordum. Hoş! Bana bu sürprizi Güneş bile yapsa kafasında paralardım o ayrı. Ben lisede bile böyle çikolata kutusu filan almamışken bu yaşta kendimi nefret ettiğim çikolatalarla dolu bir kutunun içinde bulamazdım. Kendimde arardım hatayı. “Neyi yanlış yaptım?” diye kafamı duvarlara vururdum yani.

            -“Çikolata severse bu hediyeye bayılır! Biraz da gül yaprakları at kutuya. Hatta jelibon filan da al.” Diye en nefret ettiğim hediyeye eklemeler yapıyordum resmen. Bir yandan da bu hediyenin hemen ardından Duygu’nun Mete’yi terk edip etmeyeceğini düşünüyordum.

            -“Eee seni sormalı?” dedi Koray birden bire. Biraz ima vardı bu cümlede. “Görünmüyorsun?” diye de devam etti.

            -Yok canım buralardayım. Evdeyim hep yeni bir diziye sardım da.

            -Dün akşam Instagram’a fotoğraf koymuşsun?

            Tabii ya! Nasıl unuturdum? Elbette koymuştum. Bir bakayım ne vardı fotoğrafta: Gökmen elinde şarap şişesiyle gülümsüyor ve hemen arkasında Güneş’le ben yanak yanağa biralarımızı tokuşturuyorduk. Bir de altında “İçtikçe güzelleşen hayatın şerefine!” yazmıştık. Hoş! İçtikçe değil o. Sevdikçe olacak da Güneş fark etmesin diye içtikçe demiştim işte. Koray da bunu görmüştü. Biraz sitem etmişti tabii. Ama bu sitem sonrasında söylediklerinde onu haklı yapmıyordu.

            -Daha geçenlerde ne konuştuk seninle?

            -Bilmem ne konuştuk?

            -Salak yapma bana Alkım! Güneş’le arkadaştan öte bir şey olmayacaktın hani?

            -Güneş’le arkadaştan öte bir şey olduğumu mu söyledim sana?

            -Hayır söylemedin. Ama davranışların öyle demiyor.

            -Hadi ya ne diyormuş davranışlarım?

            -Allah’ın her günü onlarlasın. Dün gece onlarda kalıyorsun. Birlikte falan uyumuşsunuzdur siz kesin.

            -Ne alaka Koray? Hem öyle olsa ne fark eder?

            -Aranızda bir şey olursa size tavrımın ne olacağını belirtmiştim.

            -“Hıhı evet.” Dedim bir çırpıda Koray’a bu konuyu kapattırmak için. Tamam beni düşünüyordu belki ama bu kadar karışması da anlamsızdı. Sonuçta Güneş’in henüz bir sevgilisi varken Koray aramızı yapmaya niyetlenmişti. En başta kafama o koymuştu “Bu iş olur.” Diye. Şimdi Güneş’e aşık olduğum için beni suçlayamazdı. Hayır canım ne münasebet! Sadece Güneş değil bu. Bir tinerciye bile aşık olsam buna kimse karışamazdı. Babam hariç. Dünyaları yakardı valla. Yemez içmez ayırırdı bizi. Gerçi ona göre hiçbir erkek yakışmazdı yanıma ama olsun. Bu durumda Koray benim babam olmadığına göre bu kadar karışamazdı artık. Bundan sonra Güneş’le aramızda geçen hiçbir şeyden Koray’a bahsetmeyecektim. Yoksa destek yerine köstek görecektim ondan sadece. Gökmen bize yeterdi. Ben anne Güneş baba Gökmen da çocuğumuz mis gibi geçinir giderdik işte.

            Koray dakikalar önce tanıştırdığı ve masaya davet ettiği adamla koyu bir sohbete girince “Annemle konuşacağım.” Deyip Kırmızı’nın önüne çıktım ve Güneş’i aradım.

            -Efendim?

            -“Bitti mi sınav?” herhalde bitmişti. Bitmese nasıl açsın çocuk telefonu?

            -Aynen. Okuldayım. Çıkacağım birazdan.

            -Nereye geçeceksin?

            -Bilmem. Koray’a uğrarım herhalde.

            -Ben şuan okuldayım. Koray’ın Mete’yle işi varmış. Bence şimdi hiç şaapma. Sonra şaaparsın.

            Al işte! Yine başlamıştım standart konuşmama. Neyse ki Güneş alışmıştı bu duruma da şaşırmıyordu.

            -Tamam eve geçeyim o zaman ben.

            -Ha bu arada Koray beni sıkıştırdı biraz dün gece için. Ben geçiştirdim sesimi çıkarmadım. Sen de bir şey söyleme. Gökmen da söylemesin. Koray laf yapar yoksa. Biliyorsun işte.

            -Tamam sen merak etme ben hallederim.

            Kahramanım benim ya! Hemen de ortaya atar kendisini. “Prenses yorulmasın, ben gerekeni yaparım!” diye başlar ve halleder. Yani umarım öyle olur.

            -Öpüldün, görüşürüz sonra.

            -Görüşürüz.

            Masaya geçtiğimde Mete hediye işini tek başına halletmeye karar vermişti. Bu durumda Koray eve geçecekti. Bir de Güneş’i arayacaktı. Görmemişti birkaç gündür, özlemişti.

            -Arama!

            -Aaa! O niye?

            -Sınavı vardı bitmemiştir belki. Sınavdan çıkınca o arar nasılsa. Ya da çat kapı yapar.

            -Tamam o zaman Maya’yı gezdireyim ben de.

            Koray telefonu cebine koyup ayağa kalktı. Masada kalan eşyalarını da alıp bana nereye gideceğimi sordu. Eve gideceğimi söyleyince Mete’ye veda edip evin yolunu tuttuk. O ara ben çaktırmadan Güneş’e durumun değiştiğini, Koray’ın eve geçiyor olduğunu, aradığı zaman sınavdan yeni çıktığını söylemesi gerektiğini filan anlatan bir mesaj attım. Destan gibi yazdığım mesaja yalnızca “Tamam.” Diye cevap gönderdi. Hoş! Mesajı gayet açık yazmıştım. Soracak bir yeri yoktu. Başka ne deseydi yani?


            Eve girer girmez Gökmen’i aradım.

            -Efendim canım?

            -Kuzum napıyorsun?

            -Hiç ya evi toparladım şimdi, o tarafa geleceğim birazdan. Sen?

            -Ben de eve yeni geçtim. Ya benim küpelerim orada kalmış sanırım?

            -Evet fark ettim.

            -Onları getirirsin o zaman gelirken?

            -Tamamdır çıkacağım birazdan.

            -O zaman çayı demleyeyim ben.

            -Tamam balım, öptüm.

            Bu çocuğu çok seviyordum. Bir oğlum olsa veya erkek kardeşim ancak bu kadar severdim herhalde. Her adımımda yanımdaydı. Üstelik yanlış kararlarımda Koray gibi katı durmuyordu karşımda. Doğru yol için oturup beyin fırtınası yapıyordu benimle ve bir şekilde çıkıyorduk işin içinden.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen