Alkımın Güneşi "Bölüm 9"

         

           Güneş’i mutfağa sokmuş, boynuna da önlüğü geçirmiştim. Fikri aklıma koyduğumun ertesi günü pratiğe geçirmiştim anlayacağınız. Bu kadar kolay olacağını tahmin etmemiştim. Güneş’le mutfaktaydık ve en sevdiğimiz kurabiyelerden yapıyorduk. Daha doğrusu ben yapıyordum, Güneş ısrarla ortalığı dağıtıyordu. Unu etrafa saçıyordu, ‘şunun yerine bunu koysak?’ gibi saçmasapan sorularla beni çileden çıkarıyordu. Fırını ısınması için açıp üzerine de telefonumu koyduktan sonra Güneş’i bir daha mutfağa sokmamam gerektiğini düşündüm. Tahmin ettiğim kadar da eğlenceli geçmemişti. Eğlenceli olan tek nokta, kurabişlerimize attığımız imzalardı. Birer tanesini kural dışına çıkıp baş harflerimizden yapmıştık. Çok da güzel görünüyorlardı.

            Kurabiyeleri fırından çıkardığımız sırada Gökmen geldi. Birkaç saat önce tartışmalarla kapıyı çarpıp çıkan o değilmiş gibi “Ooo kurabiye mi yaptınız? Mis gibi kokmuş.” Diyerek ‘imzalarımıza’ yöneldi. Hayır yani o kadar mantar dururken imzalarımıza saldırmak niye? Biz yiyecektik onları! Bu duruma bozulan yalnız bendim bunu fark ettim. Güneş’in imzasının yenmesi umrunda değildi. Durum böyle olunca ben de sesimi çıkarmadım ve usulca mantar kurabişlerimi yemeye gömüldüm. Kurabişin kokusunu tee 2 bina öteden alan Koray beni arayana kadar tabi ki:

            -Naber nerelerdesin?

            -Övdöyüz öhööhöh yani evdeyim.

            -Ne yiyorsun sen? Kim var evdeyiz dedin?

            -Kurabiş yaptık ya Güneş’le. Buradalar. Onu yiyoruz.

            -Çok hainsin!

            -Valla tadına baktık. Sana geliyorduk şimdi kurabişleri de alıp.

            -Tamam gelin hadi bekliyorum.

            Kurabişleri özenle en sevdiğim saklama kabıma dizip Korayların evinin yolunu tuttuk. Sadece ev halkıyla karşılaşmayı beklerken ben, yine yanılmıştım. Böyle bir şeyi beklemem hataydı zaten en başta. Ev hiç ummadığım kadar kalabalıktı. Kurabişlerimi sehpaya koymadan önce bu yolun geri dönüşü olmayacağını bildiğimden son bir kez yutkunup gözlerim dolu dolu veda ettim onlara. İçimden içimden. Yüksek ihtimal ben bir tane dahi almadan yok edeceklerdi. Öyle de oldu zaten. Koray’ın evinde yiyecek bir şey birkaç dakikadan daha uzun süre kalamazdı zaten. Olmaz yani o evin kurallarına aykırı. Sonuçta 3 kişilik evde nerden baksan 9-10 kişi yaşıyor. Abartmıyorum! Üstelik ara sıra da değil bu. Çoğunlukla böyle oluyor. Koray kovmadığı sürece o ev asla boş kalmıyor. Hoş! Koray da asla kovmuyor zaten.

            Dört dakika sonra saklama kabımda en sevdiğim kurabiyenin yalnızca parçaları vardı. Herkes arkasına yaslanmış, karnını ovuştura ovuştura sigara yakıyor ve çaylarından büyük yudumlar alıyorlardı. Odanın tamamını gören tek yerde ben oturuyordum. Koray’ın yatağının duvar kenarında. Herkesi dakikalarca inceledim. Oyun oynamaya öylesine dalmışlardı ki orada olduğumu bile bir süre fark etmediler resmen. Sorun şuydu ki; ben orada ne yapıyordum? Günlerdir bu insanlarla yediğim, içtiğim, açlığım, tokluğum ayrı gitmiyordu. Peki neyin nesiydi bu? Hangisini uzun zamandır tanıyordum? Sanırım en eski olan Koray’dı. Onu da yaklaşık birkaç aydır tanıyordum. Öyle çok da sayılmazdı yani. Üstelik elimi uzatsam dokunacağım kadar yakınımda oturan adama da birkaç gün önce ilan-ı aşk etmiştim. Onu tanıyalı daha 1 hafta olmamışken… Tanıdığım da söylenemezdi gerçi. Güneş kapalı kutuydu. Ne kendisi anlatırdı bir şeyler ne de sorularına ciddi cevaplar verirdi. Onun tarzı değildi bu. Kendini herkese dökmeyi sevmezdi. Kimbilir? İncitilmekten korkardı belki de. Daha önceden incitilmiş olabilir miydi? Sebep bu muydu acaba kapalı kutu olmasına? Bilemezdim. Ama artık öğrenmeliydim. Sonuçta biz, onunla artık arkadaştık. Arkadaşlar bir şeylerini paylaşırdı birbirleriyle. Ben böyle gördüm bugüne kadar. Bana arkadaşım diyorsan hayatının dönüm noktalarını da bilmek zorundayım! En basitinden kaç kardeş olduğunu bile bilmiyordum ben Güneş'in. Annesinin, babasının adını; nelerden hoşlandığını, nasıl mutlu olduğunu bilmiyordum mesela. Tamam canım mutlu olduğu şeylerin bir kısmını elbette biliyordum. Club müzikleri ve modifiyeli bir BMW E36 onu mutlu etmeye yetecek birkaç şeydi. Ama daha fazlasının olduğuna emindim.

            Şimdi yeniden en başa dönecek olursak;
           
            Dönüm noktalarımın bilmem kaçıncısında, kırık dökük bir kadınken girmişti bu insanlar hayatıma. Her şeyi silmiştik hep birlikte. Hayata yüklediğimiz anlamları, hedeflerimizi ve yapmamız gerekenleri ikinci bir emre kadar bir kenara koymuştuk. Sabaha kadar boş muhabbetler yapıp demlik demlik çay içiyor; sonra akşama kadar uyuyorduk. Her şey bu kadar basitti işte. Onlar, bunaldığım hayatımda zamanı durdurmama sebep olan kişilerdi. Şimdilik her şey çok güzeldi. Ne zamana kadar böyle devam edeceğini de kimse bilemezdi.

            Birkaç saat sonra oyun oynamaktan sıkılan insanlar film izlemeye karar vermişlerdi. Koray’ın evinde internet olmadığı için elimizdeki arşiv de fazlasıyla kısıtlıydı. Yine kendi zevklerine göre bir film seçip gecenin bilmem kaçında ışıkları söndürüp başlattılar filmi. Başta ne kadar karşı gelsem de eve gidesim de yoktu. Tamam itiraf ediyorum Güneş’ten ayrı kalasım yoktu. Filme odaklanmaya çalıştım ben de. Ortasından yakalamayı başarmıştım. Odadaki herkesi sinir eden bazı sorular sora sora izliyordum filmi. Ne var canım yani aklım geç gelmişse başıma? Bozmuyordum işte ortamı. Mis gibi tüm dikkatimle filmi izliyordum. Yani dikkatimin bir kısmıyla… Çoğunluğuyla Güneş’i izliyordum elbette. Film izlerken şekilden şekle girişlerini, arada sert sert öksürmesini, (sahi üşütmek üzereydi bu çocuk. En yakın zamanda ıhlamur falan yapsam iyi olurdu.) elini çenesine yerleştirmesini ve filmde sahneler değiştikçe yüzündeki ifadenin değişmesini, alnındaki çizgilerin bi görünüp bi kaybolmasını izliyordum. Allah'ım! Ne kadar da yakışıklı bir adam yaratmışsın sen öyle! İyi ki de yaratıp tam da buraya bırakmışsın. Kalbimin en güzel, en özel yerine...

            Film bittiğinde saat sabah yediyi gösteriyordu ve ben uykusuzluktan ölmek üzereydim. Koray’ın evi bir köşede kıvrılıp yatmama müsait değildi doğal olarak. Eve gitmeyi seçtim ben de. Sonra ağzımdan çıkan kelimelere inanamadım:

            -Ben eve geçiyorum. Uyuyacağım. Gelecek olan var mı? Burası kalabalık. Gökmen isterseniz siz de gelin?

            Ben mi söylemiştim şimdi bunu? Koray’ın bakışlarında da o anlam vardı çünkü. Nasıl çıktı bu kelimeler ağzından dercesine bakıyordu bana. Söylediklerimin gerçek anlamıysa tam olarak şöyleydi:

            -Ben uyumaya gidiyorum. Güneş; sen de gelmek ister misin? Belki yine birlikte uyuruz?

            Bu anlamı odadaki herkes elbette biliyordu ama utandırmamak için susuyordu. Bir tek Koray suç işlemişim gibi bakıyordu bana. Şansım yaver gitti de Koray mal gibi kaldı ortada. Neye uğradığını şaşırdı resmen. Hiç beklemiyordu. Aslında ben de beklemiyordum ama olmuştu işte.

            -“Aynen Güneş burası kalabalık zaten. Hadi Alkım’a geçelim biz de.” Diye atladı Gökmen. Ben daha Güneş acaba ne diyecek düşünmeye fırsat bulamamışken Güneş hemen onayladı.

            Koray’a “Zafer ayy pardon Güneş benim!” bakışı atarak evden ayrıldık. Yalnızca 1 dakika sonra benim evimdeydik. Hava daha fazla aydınlanmadan uyumak istiyordum. Ama bu kez Güneş’e sarılmadan uyumaya da niyetim yoktu. Evet saçmaladığımın farkındaydım. Sonuçta biz arkadaş kalma kararı almıştık. Ama Güneş'le uyuduğum tek geceden sonra kokusuna hasret kalmıştım. Boynuna burnumu gömüp en güzel rüyaları görmek istiyordum. Peki bunu ona nasıl söyleyecektim?

            İki yastık ve iki battaniyeyle salona geçip Gökmen’in oturduğu koltuğa bıraktım. Henüz göz temasına nasıl gireceğimi bulamamışken aslan arkadaşım asist yaptı bana:

            -Ohh hem de iki yastık! Hava da serin zaten çift battaniyeyle mis gibi yatarım. Hadi size iyi geceler.

            Bana artık golü atmak kalmıştı. Kalp atışlarım söz konusu Güneş olduğunda çığrından çıkardı her zaman ve yine aynı şey oldu. Bir gün kalp krizinden gidecektim artık.

            Yatağıma bağdaş kurup oturdum. Güneş kafasını çevirse görebiliyordu beni küçücük evimde. Telefonumu aldım elime ve Güneş’e aynen şu mesajı yazdım:


            -Hiçbir amaç veya beklentim olmadan seninle uyumak istiyorum. Tanıştığımız gün olduğu gibi tıpkı. Tesadüfen… Ne dersin?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen