Alkımın Güneşi "Bölüm 27"
Sabah sekizde uyanmak için alarm kursam; kaçta yatarsam
yatayım uykumu alamamış bir şekilde uyanır ve saniyeler içinde bütün alarmları
kapatıp yeniden uyurdum. Fakat bu sabah kendiliğimden uyandım. Öyle bir alarm
düşünün ki; beyniniz kursun onu. Ertele tuşu olmasın ve yataktan çıkana kadar
da susmasın.
Birkaç
gündür yarısına kadar doldurulmuş vaziyette salonda duran valizi aldım önüme.
İlk defa gördüğüm bir şeymiş gibi inceledim uzun uzun. O sırada kafamdan hangi
düşünceler geçti, hangi sesleri bastırmayı denedim? Bilmiyorum. Sonra kalktım
bir çırpıda oturduğum yerden. Dolabımda kalan kıyafetlerimi toparladım. Ne var
ne yoksa doldurdum valizime. Ojelerimden ve makyaj malzemelerimden vazgeçtim.
Rimelim olmadan markete bile gitmezken, onu yanımda istemedim bu kez. Elbise,
pantolon, ayakkabı derken yarım saat sonra her şey hazırdı.
"Gidiyorum!" diye bağırıyordum adeta. Peki nereye gidecektim? Bunu
bilmiyordum hala. Her şeyden önce bir kez daha okula gitmem gerekiyordu.
Okulu dondurmak
için gereken dilekçeyi öğrenci işleri çalışanının başını ağrıtacak kadar soru
sorduktan sonra aldım. Artık oturup kanser olmayı falan beklemem gerekiyordu. Ya
da yedinci katta oturan Korayların balkonundan 'yanlışlıkla' düşebilirdim.
Gerçi balkona bile çıkarmazdı Koray beni. Kışın ortasıydı sonuçta. "Bu
havada balkonda ne işin var?" diyebilirdi. Haklıydı da. Başka bir şeyler
bulmam gerekiyordu.
-Ben
geldim! diye tatlı tatlı güldüm kapıyı açan Mete'nin yüzüne. Neye uğradığını
şaşırdı adam haklı olarak. Ne halde olduğumu en yakından görenlerden biriydi
sonuçta.
-Koray
nerede?
Odasından
kolay kolay çıkmayan adam odasında yoktu. Banyonun da kapısı açıktı. Nereye
gitmiş olabilirdi ki odasından başka?
-Mutfakta.
-Koray?
Mutfakta? Ne alaka ya?
Koray su
içmeye bile kalkmazdı mutfağa. Biri mutfağa giderken arkasından isterdi suyunu.
Şimdiyse mutfakta bir şeyler yapıyordu.
-Hayırdır Koray
Bey? Neler oluyor?
-Hoşgeldin
güzelim. Akşam yemeğe geliyorlar da ona hazırlık yapıyorum.
-Hadi ya!
Senin yemeğini yiyeceğimiz günler de gelecekmiş demek ki...
-Malesef
canım. Senin için daha gelmedi o günler.
-O ne demek
oluyor?
-Şu demek
oluyor: Yemeğe geleceklerin içinde Güneş ve Tuğçe de var. O yüzden sen
gelmiyorsun.
-Ne demek
sen gelmiyorsun? Bugüne kadar defalarca kez istedim yemek yapmanı bir kez olsun
mutfağa girmedin, şimdi Güneş'le Tuğçe'ye mi yemek yapıyorsun?
-Hayır
aslında öyle değil tam olarak. Gelecek olanlar Tuğçe'yi tanıyor. Bi de Eylem
falan da davetli. Nasıl çağırmasaydım Tuğçe'yi?
-Bunca
zamandır arkadaşınım, bir gün beni çağırmadın. İki günlük insanları yemeğe
davet ediyorsun. Helal sana Koray.
-Alkım
saçmalama. Başka zaman da sana yaparım.
-Yok canım
kalsın, almayayım ben. Hem gidiyorum zaten bu akşam.
-Nereye
gidiyorsun ya? Ne demek gidiyorum?
-Gidiyorum
işte. Nereye olduğunu boşver.
-Kendi
hayatını kendin mahvediyorsun.
-Öyle mi
diyorsun? Hayatımda sen de varsın Koray. Dostum olarak. Ve şuan bir şeyleri sen
mahvediyorsun bilmem farkında mısın? Neyse... Kolay gelsin sana.
-Evden
çıkarken haber ver.
-Tamam
uğrarım.
-Uğrama Alkım.
Tuğçe'yle Güneş'le karşılaşmanı istemiyorum.
-Beni mi
düşünüyorsun kendini mi belli değil Koray. Tamam söylerim.
Eve
geldiğimde sinirden deliye dönmüştüm. Koray’ın yaptığı akıl alacak bir şey
değildi. Ne demek "Tuğçe de olacak"? Ne demek "Güneş de
geliyor"? Bu durumda benim hiç kimse olduğum gün gibi ortadaydı işte. Koray’ın
dostluktan ne anladığı belliydi. İki günlük insanlara satmıştı resmen beni. En
kötü günlerimi yaşarken benim yanımda olmuyor elimi tutmuyordu. Aksine! Benim
canımı yakan adamla arkadaşlık bağlarını güçlendiriyordu. Sonunda olmuştu.
Zamanında Koray'a güvenme diyen her insan sonunda haklı çıkmıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder