Alkımın Güneşi "Bölüm 5"



            Güneş'i Gökmen'i ve Koray'ı görmeden birkaç gün geçirdim. Bu zaman zarfında Güneş, Gökmen'den telefon numaramı almış, mesaj atmıştı. Çok yoğun olduğum bir anda ısrarla yazıyordu üstelik. Elimden geldiğince cevap vermeye çalışsam da biraz geç oluyordu bu cevaplarım. O da üstelememişti daha sonra.

            Alsancak'tan döndüğüm bir akşam, Koray'ı göresim geldi. Koray'a geçerken Güneş'i de bir yoklayayım da o da gelsin diye düşünüp peş peşe mesajlar attım. O cevap yazana kadar ben Koray'a gitmiştim ve çoktan sinirlenmeye başlamıştım Güneş'e.

            -"Şans’ın burada ne işi var Koray? Güneş'le Gökmen nerede?" dedim yalnızlıktan gözyaşlarına boğulmuş güzeller güzeli kızı kucağıma alırken.

            -Geçen gece gelmişlerdi, sabahına biri okula biri işe gitti, onu da bana bıraktılar.

            -Geçen gece derken?

            -İki gün önce işte.

            -Şans iki gündür sende yani?

            -Aynen öyle.

            Telefonumu elime almış, Güneş'e mesaj yazmaya başlamıştım bile. Benden hızlı davranmış ve ilk mesaj ondan gelmişti:

            -"Uyuyakalmışım. Sabahtan beri evdeyim, yatıyorum. Biraz dışarı mı çıksam ne yapsam? Aaa bizim köpek Koray'daydı. Onu almaya gideyim en iyisi."

            Böylesine umarsız, köpekten bihaber, düşüncesiz bir davranış sergileyip beni hayretler içinde bırakmıştı. Evini, ailesini tanımaya çalışan küçücük köpeği, umursamadan Koray'a bırakmış, bir de ona bıraktığını unutmuştu. Çok sinirlenmiştim. Sorumsuz davrandığı konu, bir eşya değildi. Düpedüz bir candı. Üstelik bir bebekti henüz.

            -"Git hemen o köpeği al Koray’dan." yazdım Koray'da olduğumu belli etmeden. Sonra mesajlaşmamız uzadı ve söz konusu Güneş'in hayata bakış açısına, amaçlarına ve içindekilere geldi:

            -"Beni sadece dış görünüşümle yargılıyorsun. Planlarım, hedeflerim olmadığını sanıyorsun ve yaşadıklarımı da bilmiyorsun." diye parladı.

            -"Anlat o zaman Güneş! Ne zaman kendini anlatmaya kalktın da susturdum seni? Ne zaman dinlemedim seni?" diye çıkıştım bu kez. Tartışma büyüyecekti. Hiç istemediğim halde, dönüşü olmayan yerlere gidecekti. Ya da bana öyle geliyordu.

            Kapı çaldı o sırada. Güneş geldi. Koray’ın odasında bağdaş kurmuş oturuyordum ve Şans kucağımdaydı. İnleye inleye uyuyakalmıştı. Kafasını kolumun altına sokmuş, patileriyle de sıkıca tutunmuştu. Güneş yüzüme bakıp gülümsedi "Burada olduğunu tahmin etmiştim." dedi. Elbette etmişti. Hiçbir şey olmamış gibi Şans'a doğru hamle yaptı:

            -"Sakın!" dedim Şans benim köpeğimmişçesine. "Dokunma ona. Sen onu bırakıp gittin. Ağlaya ağlaya uyudu kucağımda. Dokunma da rahat rahat uyusun biraz da olsa."

            Koray bir film açtı o sırada tartışmayalım diye. Güneş yanımda oturuyordu ve ara ara Şans'ın başını okşuyordu bana kaçamak bakışlar atarak. Kızarım sanmıştı bir kez daha. Görmezden geliyordum Şans'a dokunuşlarını. Filme odaklanmıştım. Tam o sırada Koray’ın telefonu çaldı. Arayan Müge'ydi:

            -"Maya'yı dışarı çıkarıyorum." dedi. "Müge da geliyormuş Badem'le. Bir saate dönerim." deyip Maya'yı da alıp evden ayrıldı.

            Filmi izlemeye devam ederken başımı Güneş'in omzuna yasladım. Güneş de bu hareketi görmezden geldi. Karşılıklı blöflerle devam ediyorduk geceye.

            Film bittiğinde Güneş bir çırpıda kalktı yanımdan ve bilgisayarın başına geçti. Yine o hiçbir zaman hoşlanmadığım müziklerden birini açtı. Saat gece yarısını geçtiğinden olsa gerek, sesini kısmıştı bu kez. Güneş'e dönüp "Anlat." dedim kendimin bile zor duyduğu bir ses tonuyla. Bu soruyu bekliyormuşçasına cevap verdi Güneş:

            -Neyi?

            -Hayatını anlat işte. İçindekileri... Yaşadıklarını anlat. Anlatabileceğin her şeyi duymak istiyorum. Sana dair her şeyi bilmek istiyorum.

            -Sor, anlatayım.

            -Sordum ya işte. Daha ne dememi istiyorsun?

            -Böyle ha deyince anlatamam Alkım. Şunu anlat de ki anlatayım.

            İnada bindirmiştim. Tek seferde sorduğum onlarca sorunun içinden herhangi birini seçip başlamak yerine hala benden başka bir soru bekliyordu. Sormayacaktım başka soru. Bunlardan herhangi birine cevap vermediği sürece yeni sorum yoktu. İnat ettiğimi fark etmişti ki o da inat etmeye başlamıştı. Israrla cevap vermiyordu ve neredeyse tartışıyorduk. O sırada kapının açılmasıyla ikimiz birden sustuk:

            -"Biz geldik." dedi Koray. 'Biz' kelimesinin kimleri kapsadığını anlamaya çalışırken Badem girdi içeri. Henüz tanışmamıştık ve aşağılarcasına bir bakış fırlattı bana. Badem 4 yaşında bir boxerdı. Sarkık yanakları ve genelde kan oturmuş gözleri vardı. Mutlu da olsa, dünyanın yükünü sırtında taşıyan bir kadın kadar yorgun bakıyordu her zaman. Komutları fazlasıyla iyi bir köpekti. Uyuyorken "Badem topun nerede?" dediğin an, uyanıp deli gibi topunu arardı evin içinde. Ve bir tasması yoktu. Özgürce dolaşırdı yolda. Tanıdığı insanların bir dediğini asla ikiletmezdi. Böylesine güzel bir köpekti kendisi.

            Badem'in arkasından Koray, Müge ve Maya girdi içeri.

            -"Selam!" dedi ilginç renkte saçları olan kız. Müge, benimle aynı yaştaydı. Ben kendimi kısa bulurken, Müge'nin benden de kısa olduğunu fark ettim. Kısacık, mavi-yeşil saçları vardı. Kıvırcıktı sanırım o saçlar. İncecik vücuduna rağmen, kocaman da bir göbeği vardı. Ha bir de çarpık bacakları... Tüm bunlara rağmen, hoş bir kızdı.

            Güneş; artık konuşmuyordu benimle. Bir anda Müge'yle koyu bir sohbete girmişti. Onunla konuşmadığı anlarda ise telefona gömüyordu kafasını. Anlayacağınız, görmezden geliniyordum. Daha fazla durasım gelmedi orada. Herkese iyi geceler dileyip ayrıldım. Sokağa attım kendimi. Saat sabaha karşıydı. Birkaç saate aydınlanacaktı hava. Kulaklığımı takıp yürümeye başladım. İçim içimi yiyeceğine, Güneş'e mesaj atmayı tercih ettim:

            -Gidiyorum dedim ve sen arkamdan sadece baktın. Tartışmayı geçtim, bunu yaptığın için çok kırıldım.

            -Böyle bir şey yüzünden bana surat asman da benim hoşuma gitmedi.

            -"Senden tek bir şey rica ettim, onu da yapmadın. Dalıp dalıp gittin uzaklara. O kadar sorudan sadece birine bile cevap vermedin. Kimim ben senin hayatında? Durduğum nokta neresi? Neden uyuduk o gün sarılıp da? Neden her gün görüşür olduk? Sadece bunun cevabını ver." dedim bir çırpıda. Ok, yaydan çıkmıştı artık. Ne cevap vereceğini deli gibi merak ediyordum.

            Cevap vermek yerine benim sorumun aynısını sordu:

            -"Benim senin için kim olduğumu söyle, ben de ona göre hareket edeyim." dedi duygusuzlukta zirve yapmış bir şekilde.

            -"Benden ne isteyip ne istemediğini anlamıyorum. Anlaşılmıyorsun. Çözemiyorum seni." diye de devam etti. Kırılmaya başlamıştım artık. Sinirleniyordum da.

            -"En başından beri düşün her şeyi Güneş. Neler yaşadık, neler paylaştık düşün. Birlikte uyuduk, dizime yatıp film izledin, daha az önce göğsünde yatıyordum senin." diye sıralamaya başladım. Yetmedi, bombayı da patlattım:

            -"Daha ne yapayım diz çöküp evlenme mi teklif edeyim?" yazıp yolladım. Kafama vurmaya başlamıştım bile. Hangi akılla yazmıştım bu kadarını? Yazmamalıydım.

            -"Bu kadar kolay, bu kadar basit olmamalısın." dedi bir çırpıda. Okuduğuma inanamamıştım. Ne demekti bu? Ne sanmıştı yani? Neler düşünmüştü acaba benim hakkımda?

            Geceyi, apaçık bir mesajla noktalamıştı Güneş:

            -"Sana karşı bir şeyler hissediyor olsaydım eğer, şimdi çok farklı durumda olurduk." Sadece "Peki." yazabilmiştim bu mesajına cevap olarak.


            Evin hemen yanındaki çardakta oturmuş, kulaklığı ve telefonu bir köşeye fırlatmış, ağlıyordum. Onu kaybettiğime ayrı, bana karşı bir şey hissetmediğine ayrı, bana umut vermesine ayrı ağlıyordum. Sinirliydim de... Günlerdir o kadar yakın oluşunun sebebini çözmeye çalışıyordum. Kılıflar uydurmaya çalışıyordum da uymuyordu hiçbiri. Mantık kalıplarına da sığmıyordu Güneş'in yaptıkları. Bir ileri iki geri oynamıştı. Bir strateji belirlemiş ve nedenini bilemediğim bir şekilde kucağıma umutlar doldurup, bir anda öylece bırakıp geri çekilmişti. Gecenin sessizliğini yalnızca hıçkırıklarım bozuyordu. Sinirimden ağlıyordum. Ağladıkça da daha çok yanıyordu canım. Bekçi, ağladığımı fark etmiş ve yanıma gelmişti. Su getirmişti bana. Bu kez de duygulanıp, hıçkırık desibelimi arttırmıştım. Adamcağız neye uğradığını şaşırmıştı. Suyu tutuşturdu soğuktan titreyen ellerime. Yarısını üzerime dökerek, içtim. Bardağı uzatıp teşekkür ettim. Kalkmaya hazırlanırken, anlatmak isteyip istemediğimi sordu. Bir kez daha doldu gözlerim ve teşekkür edip eve geçtim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen