Alkımın Güneşi "Bölüm 4"

        


          Sabahını ettiğimiz günün öğleden sonrasında anca uyanabildim. Aynada yüzümün halini görünce inanamadım. Resmen kendimi tanıyamadım o an. Uyumaktan şişmiş gözaltlarım ve dudaklarım duruyordu karşımda. Sonra bugün Güneş'in uğrayıp da karneyi alacağını hatırladım. Elim ayağım birbirine dolanmış bir şekilde güç bela duşa attım kendimi. Kaynar suyun altında haşlanmayı beklercesine dakikalarca daldım gittim küçücük duşun içinde. Neler düşündüm ne hayaller kurdum ben bile anlamadım. Aslına bakarsanız bu aralar hiçbir şeyi anlamıyordum. En başta kendimi. Acıktığımı ve saatlerdir hiçbir şey yemediğimi uzun uzun düşünmeden anlayamıyordum mesela. Ya da uyandığımda tahmin edemiyordum saatin kaç olduğunu. Hangi günü yaşadığımı, ne zamandır yaşadığım yerde daha fazla oksijen olduğunu çözememiştim. Kaldırımların bulut niyetine ayaklarımın altından kayıp gittiğini biliyordum bir tek. Ha bir de yaşamanın o mükemmel tadına varıyordum son zamanlarda.

            Duştan çıkınca dün geceyi bas bas bağıran salonumu toparlamaya başladım. Derin bir nefes alıp sigaramı yaktığım sırada mutfaktaki bulaşıktan oluşmuş bir tepecikle karşılaştım. "Hayır ya!" dedim sanki sesimi, isyanımı biri duyacak da yardıma gelecek gibi hissederek. Sigaranın tadına varamadan yarısında bastırdım küllüğe ve boynuma önlüğümü geçirip mutfağı toparlamaya başladım.

            Temizlik bittiğinde ben de bitmiştim ve bir detayı atlamıştım. Uyandığımdan beri bir lokma bile geçmemişti boğazımdan ve midem artık isyan ediyordu bu duruma. Ne kadar ekmek olduğuna bakmak için çekmeceyi açtığımda karşılaşmak istediğim son manzara "Buradayım!" diye haykırıyordu. 'Hiç' kelimesi kendini tam anlamıyla somutlamış karşıma dikilmişti. Sinir miydi, isyan mıydı bilemem; küçük çaplı bir kriz geçirdim o an. Saçlarımı kurutup, diz yapmış pijamalarım yerine daha az diz yapmış eşofmanlarımı geçirdim üzerime. Bir koşu fırına gidip ekmek alıp geldim. En nihayetinde akşam saat beş civarı 'kahvaltımı' yapmıştım artık. Üzerimi değiştirip daha önce bahsettiğim 'ev hali' moduna büründüm hemen. Artık beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Elim deli gibi telefona da gitse, aramayacaktım. Geri teperdi belki. Gerek yoktu yani. Hem akşam da sayılmazdı o kadar. Saat ona kadar yolu vardı her nasılsa.

            Kupaya süt tozunu, bir kaşık kahveyi ve iki tane şekeri ekledikten sonra salona geçtim. Camın önündeki koltuğuma yerleştim hemen. Bir elimde sıcacık kahve, bir elimde henüz yaktığım sigaram... En sevdiğim müzikleri açtım bilgisayarımdan da.

            -"Yaşıyorsun!" dedi iç sesim. "Hiç yaşamadığın kadar güzel günleri yaşıyorsun bu aralar. Tadını çıkarmaya bak. Hak etmiştin artık. Dikkat et de tadına varamadan mahvetme hiçbir şeyi."

            -"Evet!" dedim gülümseyerek. "Yaşıyorum. Hiç olmadığım kadar mutluyum üstelik. İlk kez kalbimin atışını ağzımda hissediyorum. İlk kez durduk yere kahkahalara boğuluyorum ve hayaller kuruyorum acemice. Hayal kurmak bana göre değil en nihayetinde. Yavaş yavaş deniyorum bu aralar. Hiç fena da değilim sanki."

            Birkaç saat sonra Gökmen'den mesaj geldi. Tek cümlelik, hiçbir ifade kullanmadan gönderdiği mesaj; beni telaşlandırmaya yetmişti:

            -Güneş kararını verdi.
           
            Ne demekti şimdi bu? Ne konuda bir karar aldı acaba? Ben var mıydım bu kararda yoksa saf dışı mıydım? Bitmiş miydi her şey? Başlamadan sona mı ermişti yoksa? Niye hep kötü düşünüyordum ki? Belki de beni fazlasıyla sevindirecek bir karardı bu? Cevap yazmadığım sürece öğrenemezdim:

            -Hadi bakalım ne karar verdi?

            Fazla mı resmi kalmıştım? Daha farklı bir şeyler de yazılabilirdi elbet. Ama bu kez de çok mu belli ederdim acaba? "Neyse!" dedim ve gönderdim mesajı.

            Gelen cevap yüzüme öyle bir ifade oturtmuştu ki; saatlerce anlatsam yine de tam anlamıyla tanımlayamazdım. Ayrılmışlardı. Karşılıklı olarak yapamadıklarını belirtmiş; daha fazla yıpranmama kararı almışlardı. Bir daha görüşmemek üzere bitmişti her şey. Bunların hemen peşine Gökmen; şimdi ne olacağını soruyordu bana.

            -Ben nerden bileyim ne olacağını? Ona sormalı.

            -"Güneş bir adım attı, senin düşüncelerini bilmiyor. Onun için sadece birlikte uyuduğunuz gece var. Ötesinde bildiği bir şey olmadığı için top şuan sende." dedi bir çırpıda.

            -Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi öğrenme gibi bir çabası yok ki ben ne yapayım?

            -Sen öyle sanıyorsun. Koray'ı da beni de sıkıştırıyor. Mutfakta onun hakkında konuştuğumuzu anlamış. Onun için ne söylediğini soruyor.
           
            "Alkım'a öyle bir mesaj atın ki; üşengeçliği kenara bırakıp kalkıp dans etsin." deseler Gökmen'in son mesajı yeter de artar bile! Ne yapacağımı şaşırmıştım sevinçten. Ne yazacağımı da... Gökmen durmadan yazıyordu:

            -Alıp geleceğim Güneş'i, zile basıp onu da kapının önünde bırakıp çekip gideceğim. Bir şeyler belli et, ona göre davransın da platonik olup kavuşamadan kalmayın öyle ortada.

            Gökmen yazdıkça bal damlıyordu resmen ağzından. Tek bir sorun vardı: Ben ne hissettiğimi fazlasıyla belli ettiğimi düşünüyordum. Ama Güneş bunun farkında değildi demek ki. Ne yapabilirdim ki? "Bir erkeğe nasıl yürünür?" diye mi yazmalıydım arama motorlarına? Tabi bir de şu vardı: Koray, bana Güneş'in onu sıkıştırdığından neden bahsetmemişti? Gökmen'den daha yakındım sonuçta onunla. Koray’dan duymayı isterdim bunu.

            Birkaç saatlik telefon trafiği ve Gökmen'in yarım saat kadar da mesaj atmamasını göz önünde bulundurursak saat dokuz gibi ne olacağını söyleyen kısa ve net mesaj gelmişti Gökmen'den:

            -Çay demle, geliyoruz.

            Hadi bakalım! Tam olarak o saniye bana benden daha mutlu bir insan gösteremezdi hiç kimse. Şaşkınlık, mutluluk, heyecan ve birçok duyguyu bir arada yaşayarak bi süre küçük evimde sağa sola koşturdum. Sonra kendimi iç ses yardımıyla sakinleştirip çayı koydum ocağa. Dakikalar sonra kapı çaldı. Gelmişlerdi. Ama ben kapıyı açmak yerine banyoya koşmuş, son kez kendime bakıyordum aynadan. İdare ederdim işte. Vasatın biraz üstüydüm. Sıcacık, kocaman bir gülümsemeyi yüzüme oturtup açtım kapıyı.

            Sıcacık, mutluluk dolu bir çift göz tam karşımda gülümsüyordu bana. Çok da üşümüştü. Soğuk, kıpkırmızı yapmıştı yanaklarını. Yanımdan geçip koltuğa otururken, kokusu bütün evi kaplamıştı adeta. Evim buram buram cennet kokuyordu. Yan koltukta yerimi almıştım. Kısa bir sohbetin peşinden hemen sıcacık çayı getirip ellerine tutuşturdum. Elleri yine sıcacıktı üşümüş olmasına rağmen.

            Dakikalar, Güneş'in sesi evimin duvarlarında yankılanarak su gibi akıp gidiyordu. Gece yarısı olmuştu ve film izlemeye karar vermiştik. Cips ve kola almaya giden, gönüllü bir şekilde Gökmen oldu. Bizi yalnız bırakma peşindeydi. Gökmen çıktığı andan itibaren ise biz, Güneş'le iki yabancı olduk resmen. Sustuk. Dakikalarca konuşmadık, konuşamadık. Sıcak da bastı, karnımız da acıktı, susadık da. Gökmen gelince resmen derin birer nefes aldık. Bu kadar heyecanlanacağımız aklıma dahi gelmezdi. Ha bir de kıpkırmızı kesildik tabi. Gökmen gece boyunca dönüp dönüp dalga geçti o halimizle.

            Filmin en heyecanlı sahnelerinden birinde, karanlıkta bir ağırlık hissettim dizlerimde. Kafamı çevirip baktığımda bana gülümseyen iki güzel göz gördüm. Güneş'ten başkası değildi. Dizlerime uzanmıştı film izlerken. Ve film artık benim için bitmişti. Güneş filmi izlerken, ben onu izliyordum bir portreyi izlercesine. Sahneler değiştikçe ara ara alnında çizgiler beliriyordu. Hiç beklemediği sahnelerde aniden sıçrıyordu olduğu yerden. Sonra ona baktığımı görüp, gülümsüyordu. Elim hareket etti birden usulca. Ve saçlarıyla buluştu Güneş'in. Gözünün üzerine düşen saçları kaldırıyor, yüzünü seviyordum yavaşça.

            O şekilde ne kadar zaman geçirdik, bilmiyordum. Fakat film bitmişti. Güneş istemeye istemeye kalkmıştı dizlerimden. Sabah olmak üzereydi zaten. Artık gitme vakitleri gelmişti. Hoş! Kalsalardı, bana kocaman bir mutluluk verirlerdi. Ama azla yetinmemi istemiş olacaklar ki, gittiler. Bu kez karneyi de unutmadılar üstelik. Yüzümde buruk bir tebessüm, el salladım arkalarından. Sanki bir daha göremeyecektim onu. Numarasını aradığımda, bir başkası açacaktı sanki. Her şey yarım kalacaktı.


            Durduk yere bu düşüncelerim yüzünden dolan gözlerimi sildim bir çırpıda. Makyajımı temizleyip dişlerimi fırçaladıktan sonra yatağıma geçtim. Salona dokunmadım. Sanki yastıklardan birini düzeltsem, Güneş'i silecektim. Böyle kalsın istedim. Evim avaz avaz "Buradan Güneş geçti!" desin istedim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen