Alkımın Güneşi "Bölüm 2"
Oda, daire
hatta bütün bina yüksek bir sesle uyanmaya yüz tutmuştu. Kıyamet mi kopuyordu ne
oluyordu? Saat kaçtı ve bu ses neyin nesiydi?
Koray; bizi
uyandırmak için gece hayatı müziklerinden birini öğlen on iki gibi uyuduğumuz
odada son seste açmıştı. Ne kıyamet kopmuştu ne başka bir şey... Ayıp denen bir
şey vardı. Böyle uyandırılır mıydı insan?
Koray'ın
bakışlarına göre ondan daha öte ayıp bir durum varmış ortada. Şaşkınlıkla
gözlerini bana doğrultmuş bakıyordu gözlerimi açtığımda.
-"Ne
var Koray? Kapat şu müziği uyuyoruz."
Uyuyor
muyuz? Kim uyuyor benden başka? Yataktan doğrulmama engel olan şey de ne? Ahh!
Gece yüz yüze uyuduğum adama popomu dönmüştüm ve sıkıca sarılmıştı bana.
Sevgilisi mi sanmıştı acaba beni? Sahi var mıydı sevgilisi? Yoktur canım. Olsa
bu kadar sıkı sarılmazdı herhalde. Lafa bak ya! Ne demek bu kadar sıkı
sarılmazdı? Sarılırdı yine ama bu kadar sıkı değil mi demek istedim yani? Sabah
sabah toplayamamıştım kafamı. Tamam belimi anladım da elimi niye hareket
ettiremiyordum? Tabi ya. Avuçlarımız da hala kenetliydi.
Koray'ın
ısrarcı tavrıyla uyanmak zorundaydık artık. Bari değseydi bu saatte uyanmamıza
derken salona geçtiğimizde mükemmel ötesi bir serpme kahvaltıyla karşılaştık.
Omlet de yapmıştı üstelik.
Güneş'in
yanındaki yerimi aldım masada. Resmen adamın yüzüne bakamıyordum. Aç olmama
rağmen lokmalar boğazıma diziliyordu adeta. Konuşmamız gerekiyor muydu? Ne
konuşacaktık peki? O mu konuşmalıydı yoksa ben mi? Peki şimdi ne olacaktı?
Koray'ın
iğneleyici lafları ve bakışlarına maruz kalıp kıpkırmızı olarak kahvaltımızı
bitirdik. Boğazımdaki lokmalar yetmemiş gibi bir de elmacık kemiklerim
kızarmıştı. Üstelik kafamı kaldırıp Güneş'in yüzüne de bakamıyordum. Bakmak
için çıldırırken; kafam önümde geziyordum evin içinde.
Dakikalar
sonra aklım başıma geldi. Çamaşırları balkonda bırakıp dışarı çıkmıştım. Akşam
da Koray'da kalınca kim bilir ne hale gelmişlerdi? Bütün kötü kokular sinmişti
kesin üstlerine. İşin yoksa bir daha çalıştır makineyi. Allah'ım! Bir ton da iş
var evde. Temizlik yapacağım, bulaşık yıkayacağım ohoooo...
-"Ben
gidiyorum Koray. Evde işlerim var. Balkonda çamaşırlar falan asılı. Akşam
görüşürüz olur mu?" diyip çıktım evden. Herkese veda ettim de bir Güneş'in
yüzüne bakarken kıpkırmızı oldum. Asansöre binince kafamı duvarlarına vurdum
asansörün.
Ne vardı bunda bu kadar kızaracak? Alt tarafı
birlikte uyumuştuk.
Ama onu tanımıyordum.
Olsun canım! Tanırdım yani ne var?
Ayyy sevgilisi var mıydı acaba? Ben
galiba aşık olmuştum bu adama.
Hayır canım! Olamaz öyle bir şey!
Tamam biraz etkilenmiş olabilirdim ama...
Kahretsin ya! Galiba aşık olmuştum.
Hem de öyle böyle değil...
Asansörden
inince koştur koştur gittim eve. Neyden, kimden kaçıyordum peki? Güneş'ten mi
yoksa kendimden mi? Kalbimden, hislerimden kaçmış da olabilir miyim peki?
Başımdan öte beynim ağrımaya başlamıştı bile.
Eve girer
girmez balkona koştum. Koraylardan çıktığımda başlayan yağmur; birazdan
fazlasıyla kurumuş olan kıyafetlerimi sırılsıklam yapacaktı. Bir yandan
çamaşırları katlarken bir yandan da dün gece olanları düşündüm bir bir. Ne
yapacaktım?
Çamaşır
toplaması, katlaması temizliği derken işleri bitirip kupama kahvemi doldurup
bilgisayarın başına geçtim. Sonuçta küçücük evdi. Temizliği ne kadar
sürebilirdi ki?
Bütün
sosyal medya hesaplarımdaki son güncellemeleri inceleyip internetin
uçsuzluğunda kaybolmak üzereyken telefonum çaldı. Koray’dı arayan.
-"Güneşlerdeyim.
Çay demliyoruz hadi sen de gel."
-"İyi
de ben onların evini bilmiyorum ki."
-"Sen
hazırlan, çıkarken ara; tarif ederim ben sana."
-"Tamam
o zaman. On dakikaya çıkıyorum."
Hazır kıta
bekliyormuşum resmen. Markete giderken bile uzun süre evden çıkamayan ben;
yedi-sekiz dakika içinde evden çıkmıştım bile. Koşar adımlarla yürürken, yolda
karşılaştığım her dükkanın camından nasıl göründüğüme bakıyordum. Ev oturması
için gayet iyiydim de bu ev oturmasının Güneş'in evinde olduğunu göz önünde
bulundurursak; tam bir fiyaskoydum. Yolu yarılamıştım bile. Eve dönme gibi bir
lüksüm yoktu. Hoş zaten öğlen evi temizlerken Koray'la yaptığımız telefon
konuşması da bütün neşemi kaçırmıştı.
-"Güneş'in
İstanbul'da bir sevgilisi var." demişti Koray.
İnanamamış,
ötesinde inanmak istememiştim. Bir yandan da kendime sövmeye başlamıştım
delicesine. Kendimi suçluyordum. Kaderime ağzıma gelen her küfrü savuruyordum
adeta. Bir adama aşık olmuştum. Üstelik bu adam, yalnızca sarışınlık kriterimi
karşılıyordu. Benden fazlasıyla küçüktü. Hata buradaydı belki de. Ama ben ne
olduğunu kim olduğunu öğrenip de aşık olmamıştım sonuçta. Aşık olduktan sonra
öğrenmiştim bir çok şeyi. Peki sevgilisi olan bir adam, neden yanında yatan
kadına böylesine sıkı sarılmıştı? Yoksa o da mı beni sevgilisi yerine koymuştu?
Tüm bu
sorularımın cevaplarını öğrenme amacıyla tuttum o evin yolunu. Elbette ben
sormayacaktım Güneş'e. Koray'a sorduracaktım. Koray'a böyle bir şey yaptırmak,
deveye hendek atlattırmaktan da zor bir işti tabi. Nasıl yapacaktım
bilmiyordum. "Aman be! Doğaçlama giderdim ben de. Tutamazsam kendimi,
döner kendim sorardım, ne yapayım yani? İçimde patlamasından iyidir. Hem
kaybedecek bir şeyim de yoktu zaten."
Kendimi ilk
defa bu kadar kararlı görmüştüm. Cidden ben miydim bu yoksa ele mi
geçirmişlerdi ruhumu? Belki beynimi? Kalbimi ele geçireni tanıyordum. Güneş'ti
o. Öyleyse geri kalan kimindi?
...
Kapıyı
beklediğimin aksine Gökmen açtı. Güneş'in kuzeni yani. "Hoş geldin."
dedi sıcacık bi ses tonuyla. Gökmen zaten hep sıcacıktı. Güneş'le yaşıt
olmasına rağmen, ondan bir-iki yaş küçük gösteriyor ve öyle de davranıyordu. Gökmen;
altın sarısı saçları ve masmavi gözleriyle "Güneş'in kuzeni değilim ben!"
diye bağırıyordu zaten. Fazlasıyla da zayıftı. İncecik kollarına rağmen büyük
elleri ve kalın parmakları vardı. Bir de kocaman bir kalbi... Sevgi dolu bir
çocuktu. Farkındaysanız adam diyemiyorum onun için. Çocuktu çünkü. Henüz on beş
yaşına basmış bir çocuk kadar neşeli ve enerji doluydu. Sizi dinlerken elini
çenesine koyar ve çakır gözlerini kısardı usulca. Arada bir saçlarını
karıştırırdı sıkıldığı zamanlarda. En güzel yanıysa; neyse oydu. Asla oyun
oynamaz, var olanı saklamazdı.
-"Hoş buldum."
dedim kocaman sarılarak. Bir yandan da Güneş'i kesmeye başladım eve girer
girmez. Çok sinirliydim ona. Ve kahretsin ki çok da aşıktım.
Koray, Güneş,
Gökmen ve ben bir araya geldiğimizde sadece bir şeyi çok iyi yapardık: Boş
muhabbet... Bu başlık o kadar geniş ki aklınıza ne gelirse artık. Dedikodudan
internette komik video izlemeye kadar... Bütün saçmalıklar dördümüz bir araya
geldiğimizde ortaya çıkıyordu yani. Tek başına hepimiz hedefleri olan
insanlardık da bir araya gelince hiçbir işe yaramazdık. Eğlenirdik sadece.
Sınırsızca üstelik. Saatin nasıl geçtiğini bile fark etmeyecek kadar eğlenir,
dağıtırdık kafamızı. Kendimize sakladığımız dertlerimizi o an için bir kenara
koyardık. O akşam da öyle yaptık. Yemek yedik, çay içtik ve boş muhabbetlerimizle
saatlerce kahkahalarla güldük. Bir de isimsizimiz vardı tabii. Sonradan bir
isim sahibi de olsa, o akşam hala bir adı yoktu. Kırk günlük kar gibi bembeyaz
bir goldendan bahsediyorum. Güneş ve Gökmen'in güzeller güzeli kızından.
Defalarca
isim değiştirip en son Şans’ta karar kıldığımız ufaklık, o gece bizi
eğlendirmeye ant içmişti adeta. Küçücük bedeniyle evin içinde oradan oraya
koşturuyor; ilgilenmediğimiz zaman bedenine oranla çok fazla çıkan sesiyle
binayı ayağa kaldırıyordu. Yorulduğu zamanlarda da sıcak bir kucağa gömüyordu
kafasını. Uyanmak bilmiyordu sonra.
-"O
zaman yarın akşam bana yemeğe geliyorsunuz." dedim hiç beklemedikleri bir
anda. İşimi şansa bırakamazdım. Bu adamı her gün görebilmek için bir şeyler
yapmam gerekiyordu. İkide iki gidiyorduk, neden üçte üç olmasındı?
-"Karnıyarık
ve pilav yapacaksan olur." dedi Koray. Aslan Koray! Kapıları ardına kadar
açmış; resmen "Koş!" demişti. Ya da orta açmış, golü atmamı
bekliyordu.
-"Sen
yeter ki iste kardeşim!" diye bir cümle çıktı ağzımdan. Ben söylemedim
ağzım söyledi. Beynime böyle bir emri vermemiştim çünkü. Nasıl olduysa kabul
ettim. Yarın akşam buluşmak için sözleşip Koray'la birlikte çıktık evden.
-"Güneş'in
numarasını versene bana?" dedim Koray'a bir çırpıda. Evde almayı unutmuştum.
Tamam yalana gerek yok. Hangi bahaneyle numarasını isteyeceğimi bilememiştim
yalnızca. Durduk yere de alamazdım herhalde numarasını. Koray’dan yana şansımı
deneyeyim bi dedim.
-"Al."
deyip telefonu uzatan Koray mıydı yani? Nasıl bu kadar kolay olmuştu ya? Elbet
altından bi pislik çıkardı bu işin. Koray'a yalvarsan yapmazdı böyle bir şeyi.
-"Benim
verdiğimi söyleme. Koray’ın telefonunu karıştırırken aldım dersin."
-"Söyler
miyim hiç? Teşekkür ederim. Öldürseler söylemeyeceğim söz sana."
Numarasını
bir çırpıda kaydetmiştim telefona. Şimdi sırada hangi bahaneyle mesaj atacağını
düşünmek vardı. Ne deseydim acaba? "Yarın geliyorsun değil mi?" desem
daha yeni konuşmuştuk. Çok saçma olurdu. "Uyudun mu?" desem
tanımadığı bir numaradan gecenin bu saatinde gelen böyle bir mesaj insanın
aklına Cem Yılmaz'ın gösterisindekinden başka bir şeyi getirmezdi açıkçası.
Yarın mı yazsaydım acaba "Nerede kaldınız?" diye. Bu da çok saçma
olurdu çünkü mesajdan en geç bir saat sonra evimde olacaklardı zaten. Hay ben
şansıma tüküreyim!
-"Çok
fazla çabalama. Unutma ki o adamın bir sevgilisi var. Daha yeni tanıştınız,
doğru düzgün tanımıyorsun bile. Tanıştığınız gece de birlikte uyudunuz üstelik.
Güneş seni tanımadan üstüne gidersen, senin hakkında iyi şeyler düşüneceğini
sanmıyorum."
Bu sözler Koray’ın
ağzından dökülmüştü bir çırpıda. Başta yanlış anladığımı falan sandım. Ama kuşku
dolu gözlerle bakınca yüzüne; üşenmeden aynı cümleleri bir kez daha kurdu.
Demek ki durum bu kadar ciddiydi. Duraklamadan da ekledi:
-"Erkek
dediğin online iken bir bakmışsın offline. Yani bugün var, yarın yok. Yani
işine geldiğinde var; işler değişince yok. Yani ne kadar ekmek o kadar köfte.
Yani..."
-"Tamam
yeter sus." diyip lafını tamamlamadan bir çırpıda susturdum Koray'ı.
Erkekler hakkında yıllardır duyduğum, bir kaç kez de şahit olduğum ama ısrarla
inanmaktan kaçtığım kehanetleri en güvendiğim erkeklerden biri karşımda bana
bir bir doğrulamıştı resmen. İnanamamış, iğrenmiştim o an. Bütün erkeklerden. Koray’dan
bile! Bu kadar basitti demek ki. Bir kadının büyük büyük anlamlar yüklediği
adamların beyni böyle işliyordu demek ki. Verilen sevgiler bu kadar değersiz
kalıyordu işte.
Bir çırpıda
kaydettiğim telefon numarasını bir çırpıda Koray’ın gözlerinin önünde yok ettim
telefonumdan. Ezber yeteneğim kuvvetli olmadığından aklımda da kalmadı numara.
Beynim iyi yaptığımı düşünürken, kalbim şimdiden pişman olmuştu bile.
-"Aman
be!" dedim kendi kendime. "Unuturum ben de. Ne var sanki? Ne yaşadık
da unutmayayım? Alt tarafı birlikte uyuduk bir gece. Hepi topu bir gece işte.
Aşık falan olmamışımdır hem. Bana öyle gelmiştir. Bir günde ne aşkıymış?
Sevgilisi var hem."
-"Kalede
kaleci var diye gol atamayacak mısın yani?" dedi zamanlı zamansız meydana
çıkıp sinirlerimi zıplatan aptal iç sesim.
-"Seni
ilgilendiren bir durum yok. Her şeyi mahvetmekten vazgeç. Böyle devam ederse
eğer, o adam bir sevgilisi olduğu için beni hayatında barındırmaz daha
fazla."
-"Ne
kaybedersin ki? Zaten alt tarafı iki gün. Şansını dene. Belki de çok mutlu
olacaksın."
-"Ya
yüzüme gözüme bulaştırırsam?"
-"O
zaman onsuz bir hayata yelken açarsın."
Bu kez
haklıydı iç sesim. Henüz kazandığım bir şey yokken, ne kaybedebilirdim ki?
Beklerdim biraz, duruma bakardım. Sevgilisiyle çok mutluysa eğer zaten o
çıkarırdı beni hayatından. Tam tersi de olabilirdi ama. Belki ben tanıdıkça
vazgeçecektim ondan, belki de o beni seçecekti. Denemeden bilinmezdi ve
denememe de hiçbir şey engel değildi.
Yorumlar
Yorum Gönder