Alkımın Güneşi "Bölüm 3"
Bütün gece
beynimi işgal eden onlarca düşünceden sıyrılamadığım için uyuyamamıştım da.
Sabaha karşı kapanan gözlerim, akşamüstü anca açılmıştı. Gün yine bitmişti
kahretsin! Ekmek de yoktu evde. Pijamalarla fırına da gidilmezdi ki. Sadece
ekmek almak için evden çıkmak da nasıl zor geliyordu bana öyle.
Bu kez
bitmiştim!
Nasıl da
unutmuştum!
Nasıl
uyumuştum bu saate kadar ya nasıl?
Yemek
yapacaktım!
Bu saatten
sonra nasıl yetiştirecektim peki?
Kahretsin!
Bir sigara
yakıp sakinleşmeye çalıştım. Öncelikle saat henüz dörttü. Uyanmak için geç bir
saat de olsa, akşam yemeğini yetiştirecek kadar vaktim vardı sanırım. Yani
umarım vardı. Yetişirdi ya. Neden yetişmesindi? Sonuçta yemeğe çağırdım kişiler
de yeni uyanmış sayılırlardı. Hatta hala uyuyor bile olabilirlerdi. Kahvaltı(!)
yapacaklarını da düşünürsek; akşam yemeği sekiz-dokuz gibi yenecekti.
Sigaramı
bitirip buzdolabına koştum. Yemek için gerekenleri bir kağıda yazıp, üzerimi
değiştirip koşar adımlarla markete gittim. Apar topar aldım bütün listeyi. Onay
vermeyen pos cihazının başında küçük bir sinir krizi geçirmemi saymazsak, sağ
salim döndüm evime. Önlüğü geçirdim boynuma ve kollarımı sıvadım.
Bu kadar
panik olmamalıydım. Neyi nereye koyduğumu, ne yapmam gerektiğini şaşırdım
resmen. Küçük çaplı sinir krizlerimi ardı ardına geçirirken, Koray aradı:
-Ben anca uyandım.Güneşler
de yeni kalkmış sayılır. Yemeğine kahvaltı dedik, geliyoruz.
-Hayır!!!
Sakın Koray! Ben gelin dedim mi size? Ben çağırmadan gelmeyin sakın!
-Kızım çok
açız ama. Yapmadın mı daha yemekleri sen? Alkım!!! Ne yaptın bu saate kadar?
-Siz ne
yaptıysanız onu yaptım. Anca uyandım işte. Yarıladım sayılır yemekleri. Bir
saat falan bekleyin ben haber vereceğim size. Ama sakın ben aramadan gelmeyin.
-Seni de
kendimize benzettik iki günde iyi mi? Tamamdır haber bekliyoruz senden ama
elini çabuk tut.
-Tamamdır
kardeşim. Öpüldünüz.
Telefonu
kapatıp hızla mutfağa döndüm. Amacım, pilavı ocağa, patlıcanları fırına verip
evi süpürmekti. Daha dün temizlik yapmıştım ama nasıl başardıysam evin içinde
yürürken ayağıma bir şeyler batıyordu.
-Neyime güvenip
de ertesi gün için evime misafir çağırmıştım ki? Üstelik daha ilk gelişleri.
Bakalım nasıl halledecektim bir saat içinde tüm bu işleri?
Yemekler
piştiğinde ve ev tertemiz olduğunda tam tamına elli yedi dakika harcadığımı
fark ettim. Bu benim için büyük bir başarıydı. Şimdi sıra kendimdeydi.
Saçlarımı fönleyip, biraz da makyaj yapmalıydım. Ev hali, doğal bir makyaj...
Hani biz kadınların en büyük yalanı... "Ev halimleyim, çok çirkinim."
O ev haline bürünebilmek için en az iki saat harcanmıştır; bakmayın siz bu
laflara. Kişi ne de olsa kendinden bilir işi.
-"Kardeşim
tamamdır her şey. Gelebilirsiniz artık." dedim telefonda nefes nefese.
Yemek yaptığımı, evi temizlediğimi bilmese "Bu kız neler karıştırıyor da
böyle nefes nefese?" derdi Koray. O derece yani.
Kapıda
bekliyorlarmış gibi saniyeler içinde zil çaldı. Bu kadar çabuk da beklemiyordum
açıkçası. Hal hatır faslını geçtikten sonra masayı hazırlamak için mutfağın
yolunu tuttum.
Koray'ı
yanıma çağırdım ve tabaklara pilav doldurmaya başladım heyecandan titreyen
ellerime aldırış etmeden. Benim arkamdan Koray da patlıcanları koyuyordu
tabaklara özenerek. Bir erkeğe göre fazla özenliydi mutfak işlerinde.
Kullandığı kapları anında sudan geçirir koyardı kenara. Sonra yıkanacak olsa
bile.
Yemek bittiğinde
biz yine aynı titizlikle sofrayı toparladık Koray'la birlikte. Mutfaktaydım ama
bütün dikkatim salondaydı. Güneş'in ağzından dökülen kelimeleri pür dikkat
dinliyordum. Saçma sapan bir araba muhabbeti vardı içeride. Bir de club
müzikleri çalıyordu bilgisayarımdan. O sevmediğim saçma sapan yabancı
müzikler... Birkaç saat diye tahmin ettiğim akşam yemeğinin bitmek bilmeyen
saatler alacağını tahmin etmemiştim.
Ardı ardına
demlenen çaylar, en sonunda yerini kahvelere bırakmıştı. Kahveleri içerken dikkatimi
çeken bir şey vardı. Güneş'in şarjda takılı olan telefonu durmadan çalıyor ve Güneş
telefonuna doğru hamle dahi yapmıyordu. Kimin aradığını bildiğine adım kadar
emindim. Kız arkadaşıydı büyük ihtimalle. Neden açmıyordu peki? Meşgule de
atmıyor, mesaj da çekmiyordu. Ne olmuştu da Güneş onun telefonlarını açmıyordu?
Bulunduğum
ortamda kahve içildiğinde fincanların kapanır olduğunu unutmuştum. Yine aynısı
oldu ve herkes gözlerime baka baka ters çevirdi fincanlarını.
-"Koray!"
dedim. "Sen mi söyledin?"
-"Fal
baktığını benden başka bilen mi var? Ben söyledim tabi ki..." dedi Koray
kıs kıs gülerek. Göz kırptı bir de. Bunu anlamamıştım. Normalde kaçmaz benden
böyle şeyler de bu kez basiretim bağlanmış gibi Koray’ın hiçbir göz kırpmasını
anlayamıyordum. Öyle ki akşamdan beri Koray bir şeyler anlatırken bana ısrarla
göz kırpıyordu ve ben kırpılan gözlerin hiçbirine anlam yükleyemiyordum.
Fincanımı
ters çevirirken "Siz de benim falıma bakarsanız; bakarım." dedim.
Seve seve kabul ettiler. Öyle ya... Üç kişi kafa kafaya verip sallayamaz mıydı
bir şeyler? Elbette sallardı.
Güneş'in
falını sona bırakma niyetindeydim. Aslına bakarsanız; hiç de bakasım yoktu.
Çıkacak olan şeylerden korkuyordum belki. "Ben yoksam o falda?" diye
korkmuştum. Tabi bir de "Ya ben varsam?" Nasıl anlatırdım ki
"Ben varım falında" diye?
Koray ve Gökmen'in
fallarına bakmış, oyalanmaya başlamıştım. Saçma sapan konuşuyor, Şans'la
uğraşıyor, Koray'a laf atıyordum. Ne yaparsam yapayım; Güneş'in bakışlarından
kurtulamıyordum. En sonunda beklediğim sitem geldi:
-"Bakacaksan
bak artık şu fala arkadaşım. Niye erteleyip duruyorsun?"
Bir çırpıda
fincanı kapıp çevirmeye başladım avucumda. Babasından azar işitmiş çocuktan
farkım yoktu o an. Biraz daha bakmasam, dayak yiyecek gibi hissettim. Ne desem
ne söylesem bilemiyordum. Tepkisinden de korkmuştum biraz biraz. Kızmış mıydı
bana?
Bütün falı
baştan sona söyledim. Ben yoktum. Hiçbir karede görememiştim kendime dair
hiçbir şeyi. Bütün umutlarım suya düşmüştü resmen.
O ana
kadar!
Bingo!!!
Kendimi
görmüştüm sonunda falda. Yan yana durmuş A ve I harfi gözümün içine içine
giriyordu resmen. Zorlarsak İ de olabilirdi ama elbette I tercihimdi. Sustum.
Nasıl söylesem ne desem bilemedim.
-"Eee?"
dedi o an Güneş. Öyle bir dalmışım ki sesini duyduğum an sıçradım olduğum
yerde.
-"Ne
eee?" diye cevap verdim gözlerine bakarak.
-"Neye
bakıyorsun bir saattir? Baktığın şeyi söyle anlamında eee dedim."
-"Haa
sen onu diyorsun. İki şey daha gördüm de bunları söyleyemem. Bana kalsın."
-"O ne
demek ya? Benim falım neden sana kalıyormuş? Söylesene?"
Nasıl
kıvıracağımı düşünürken yanaklarım çoktan kızarmıştı. Ter basmıştı birden.
Avuçlarım vıcık vıcık ter olmuştu. Ne desem nasıl kaçsam nasıl çıksam işin
içinden bilemiyordum. Koray’ın sesini duydum o ara:
-"Fal
bakan kişi falda gördüğü bazı şeyleri söylemez. Bana da söylememişti zamanında.
Zorlama boşuna söylemiyor." dedi bir çırpıda. Yeniden nefes almaya
başlamıştım. Kan basıncım normale dönüyordu. Kulaklarımın uğultusu da dinmeye
başlamıştı. Sahi... Kulaklarım ne ara uğuldamaya başlamıştı acaba?
-"Bak
nasıl da tanıyor beni Koray. Aynen Güneş söyleyemem. Bana kalacak onlar. Belki
bir gün söylerim."
Belki bir
gün söylerdim. Gözlerinin en içine bakarken kalbim durmazsa bir gün; söylerdim.
Belki ellerini de tutuyor olurdum o ara? "Bak." derdim. "Bu
çıkmıştı işte falında. Biz çıkmıştık."
Mutfağa
geçtiğim bir anda peşimden Gökmen geldi ve mutfağın kapısını kapattı.
İçerdekiler araba muhabbetine fazlasıyla yoğunlaşmışlardı. Kimse mutfakta olduğumuzun
farkında değildi küçücük evde.
-"Anlat
bakalım." dedi Gökmen bir çırpıda. "Ne çıktı Güneş'in falında?"
Yüzündeki
ifade; güven kostümünü giyinmişti üzerine. Ve Gökmen o an; buram buram güven
kokmuştu bana. Sormadım bile "Güvenebilir miyim?" diye. Ki sorsam da
"Elbette!" diyecekti zaten falı öğrenmek için. İç sesime uydum.
Anlattım her şeyi. Gökmen'le ilk baş başa sohbetimizdi bu. Ve o Güneş'in
kuzeniydi en nihayetinde. Seçeceğim kelimelere dikkat etmeliydim çünkü bu
konuşmalar Güneş'e gidebilirdi.
Anlattıklarımın
sonunda yüzü gülüyordu Gökmen'in. Bir çırpıda telefonuma numarasını kaydedip
kendi telefonunu çaldırdı. Hemen peşinden o anlattı:
-"Bir
sevgilisi var Güneş'in. Farkındaysan akşamdan beri telefon çalıyor ve Güneş
bakmıyor. Ayrılmak üzereler çünkü. Ben sizin birlikte olmanızı çok isterim.
Numaranı aldım; gelişmelerden haberdar edeceğim seni."
İçeri
geçtik. Yüzüme fazla büyük bir tebessüm oturmuş olsa gerek, içerdekiler
anlamsız gözlerle beni süzmeye başladılar. Gökmen zekice davranıp bir laf attı
ortaya ve bu kez bütün dikkat ona yöneldi. "Sağ ol!" dercesine
baktım. Gülümsedi güzel gözleriyle.
Gittiklerinde
saat sabaha karşıydı ve gözlerimden uyku akıyordu. Daha bugün temizlediğim
salonumun ortasında 3 tane ağzına kadar dolu küllük vardı. Sohbet sırasında
bazılarımız küllüğü tutturamamış ve halıya çırpmıştı sigaraların küllerini.
Bakakaldım salona. Sesimi çıkaramadım birkaç saniye. Sonra Gökmen'in
söylediklerini düşündüm ve uçtu gitti bütün sinirim. Nasıl mutluydum öyle!
Şansım mı dönüyordu ne?
Odama
geçtiğimde kitaplığımda Şans'ın karnesiyle karşılaştım. Nasıl bir şanssa artık,
bir dahaki görüşme için mis gibi bir bahane avuçlarımdaydı işte. İstesen olmaz
bu kadarı! Gökmen'e mesaj çektim hemen:
-Çocuğunuzun
karnesi elimde! Yalnızca da Güneş alabilir :)
Gökmen'in
da hoşuna gitmişti bu. Yarın Güneş'i yollayacağını söyledi iyi geceler
dilerken. İyi sabahlar dese daha uygun olurdu aslında.
Yorumlar
Yorum Gönder