Alkımın Güneşi "Bölüm 33"
Uyandığımda saat biri gösteriyordu. Dışarıda tatlı bir
yağmur vardı. Zaman zaman “uyuma” dercesine delice yağıyor, zaman zaman da “kıyamadım,
uyu” diye sessiz sessiz yağıyordu. Ama yağıyordu. Her şeyi temizlemek ister
gibi. Eskiye dair ne varsa silmek ister gibi. Yepyeni başlangıçlar için
yağıyordu yağmur. Ya da ben mevsimsel bir olaya fazla anlam yüklüyordum. Bok mu
vardı işte. Alt tarafı yağmur yağıyordu yani.
Kahvaltımı
yaptıktan sonra Güneş’ten önce Koray’ı aramak istedim.
-Heyyo!
-Naber
canım? Sesin iyi geliyor.
-Canımmış!
İki haftadır neredesin lan sen?
-Oha yavaş
gel kızım! Kafa dinlemeye gittin rahatsız etmeyelim dedik.
-Neredesin
napıyorsun?
-Evdeyim.
Arkadaşlarla buluşacağım birazdan.
-Kimmiş o
arkadaşlar?
-Geldiğinde
tanışırsın.
-Geleyim de
tanışayım madem.
-Aaa
gelecek misin?
-Geldim
bile.
-Şaka
yapıyorsun?
-Hayır çok
ciddiyim.
-Çok
sevindim ya! Evi kapatmaya gelmedin dimi?
-Hayır. Ama
daha tam belli de değil. Güneş’le görüşeceğim önce.
-Ne alaka
yine?
-O çağırdı
çünkü. Gel dedi.
-Hadi
canım! Ne yazdıysan artık.
-Okumuşsundur
zaten ayak yapma bana.
-Okumadım
lan valla bak. Ama o yanımda okudu. Okuduktan sonra da epey düşündü. Hatta
okuduktan sonra Tuğçe’yle hiç ilgilenmedi. Bayadır da görmüyorum ikisini de.
-Aaa! Yok
artık! Niye ki acaba?
-Ne bileyim
haberim yok. Neyse güzelim akşam gelirsin bize?
-Tamam bi Güneş’le
konuşayım da bakarım.
-Tamam
canım haberdar et beni.
İki
haftadır arayıp sormayan adamın sığındığı bahaneye de bakın! “Rahatsız etmek
istemedim.” Ulan sen benim buradan nasıl gittiğimi biliyorsun. Hadi aramadın
bir mesaj atsaydın nasıl oldun her şey yolunda mı diye? O da yok. Acaba Güneş
niye Tuğçe’yle ilgilenmedi? Bir de her gün Koraylarda takılırken niye uğramıyor
bayadır oraya? Bir an önce olaya el koymam lazımdı. Bir şeyler olmuştu belli.
Ama ne olmuştu? Pat diye Güneş’e de soramazdım. Kendisi de anlatmazdı zaten. Gökmen’in
her şeyden haber vardı eminim ki. En iyisi ona sormaktı.
-Kuzum
naber?
-İyidir
canım seni sormalı? Ne zaman dönüyorsun?
-Döndüm
ben. İzmir’deyim.
-Hadi ya!
Tamam buluşalım o zaman?
-Olur
kuzum.
-Bir saat
sonra Korner’de olurum.
-Tamamdır.
Ben
öğrenmek için ağzımı dahi açmamışken Gökmen resmen anlatmak için ayağıma
gelmişti. Kaçmamalıydı bu fırsat. Ama bir de Gökmen’in karşısındaki duruşum çok
önemliydi. Hem Güneş defterini kapatmış hem de acılarım dinmiş gibi gözükmem
gerekiyordu. Artık aciz, güçsüz olmak yoktu. Özellikle de Koray ve Gökmen
görmemeliydi. Ağzıma sıçıyorlardı sonra.
Dolabın
karşısına geçip ne giyeceğimi düşünmeye başladım. Sonra mini bordo elbisemde
karar kıldım. Dışarıda hava buz gibiydi. Altıma da en kalınından siyah kilotlu
çorabımı geçirdim. Siyah göz kalemini kirpiklerimin dibini doldura doldura
sürdükten sonra maskarayla makyajımı tamamladım. Elbisemle aynı boyda popomun
hemen altında biten siyah montumu ve siyah zımbalı botlarımı da giydikten sonra
hazırdım. Evden çıkmak üzereyken uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım. Güneş’in
sosyal medya hesaplarının altını üstüne getirdim. Her şey aynıydı. Herhangi bir
paylaşımı yoktu uzun zamandır. Son profiline girdiğim an neye uğradığımı
şaşırdım!
Tuğçe’yle
atılmış olan bütün fotoğraflar silinmişti!
Hiçbirinden
eser yoktu!
Tuğçe’yle!
Güneş
hepsini silmişti!
Yoksa???
Allah’ım!
Hani umutlanmak yoktu? Bu ne şimdi ben neyle sınanıyordum yani?
Suratımda
aptal bir gülümsemeyle Gökmen’in yanına gitmek üzere çıktım evden. Birkaç
dakikaya onun yanında olacaktım. Şu gülümsemeye bir an önce bir son vermem
gerekiyordu artık. Ama imkansız gibi bir şeydi bu. Kes sesini Alkım! Gülme
tamam sus! Birazdan her şeyi öğreneceksin! Yeter artık yok et şu gülümsemeyi!
Birazd…
-Aaa naber
canım?
Kendimle
konuşa konuşa cafeye çoktan gelmiştim. Ben henüz aptal gülümsemeyi yüzümden
silememişken Gökmen karşımda belirmişti.
-Kuzum çok
güzel görünüyorsun! İstanbul yaramış sana!
-Yaradı
tabi yaramaz olur mu hiç!
(Ahh bir
bilsen daha neler yaradı!)
-Geç otur
sana anlatacaklarım var.
-Hadi ya
noldu?
Bunu “Canım
inan hiç umrumda değil ama sırf sen istiyorsun diye, anlatasın geldi diye
dinliyorum” dercesine söylemiştim. Sergilediğim rol karşısında kendim bile
şaşkına dönmüştüm ama tam da istediğim gibiydim ve Gökmen karşımda dokunsan
açılacak bir sır küpü gibi duruyordu. Yüzüme “ne olur dokun bana” dercesine
bakıyordu. Ben de dokunmuştum.
İzmir’de
gündem değişmek için benim gitmemi bekliyormuş meğer de benim haberim yokmuş.
Ben gidince resmen yer yerinden oynamış. Bütün dengeler değişmiş. Düzenler alt
üst olmuş.
Uzun
zamandır anket işinde çalışan Badem’in sahibi Müge Gökmen’i işe almış. Beyimiz
ben gittiğimden beri çalışıyormuş meğer. “Ama Alkım nasıl eğlenceli bir bilsen!”
deyişlerinden işini fazlasıyla sevdiğini fark ettim. Güneş artık
hırpalamayacaktı Gökmen’i. Onun da parası olacak ve bütün yükü Güneş’e
yüklemeyecekti artık. Buna gerçekten çok sevinmiştim. Kendim çalışmaya
başlamışım gibi… Koray beyimiz bize yenge yapmak için koşturuyormuş. O akşam
yemeğe davetli hatunlardan birisi müstakbel yengemizmiş meğer. Adı Selin.
İzmir’e bu sene gelmiş, daha on sekiz yaşında Koray’ın memleketi Adana’dan
komşusuymuş. İşin ilginç yanı yıllarca aynı mahallede oturdukları halde birbirlerini
daha önce hiç görmemişler.
Gökmen
anlattıkça anlatıyordu. Yok Maya hastalanmış yok Badem yeni komutlar öğrenmiş
yok bilmem ne… Konu bir türlü beklediğim yere yani Güneş’e gelmiyordu. Bir
şeyler yapmam lazımdı. Pat diye de soramazdım. Ama ona kalsa da anlatmayacaktı.
Güneş defterini kapattık dediysek hakkında hiçbir şey anlatma da demedik ki
canım! Anlatsana ayrıldılar mı napıyorlar Güneş nerede? Sormak mı lazım illa
ya?
-Güneş
nerede?
Çenen
düşsün Alkım! Dilin kopsun Alkım! Adam ne anlatıyor sen kalkıp ne soruyorsun?
Anlatmayacak işte ne diye zorluyorsun? Bir de bam diye sorulur mu hiç?
Tutamadın gene çeneni!
-Haa!
Bu “Haa!” Gökmen’in
suratına “Sabahtan beri kıvranacağına sorsaydın be canım! Biliyoruz derdini!
Bizden de mi saklıyorsun?” dercesine bir ifadeyi oturtmuştu. Aynı zamanda bu
ifade “İşte yakaladım seni!” anlamına da geliyordu.
-Ne haa?
Öyle merak ettiğimden sordum. Hiç ayrılmazdınız da siz.
-O da
İstanbul’daydı. Bu sabah geldi daha.
-Hadi
canım! Niye gitti ki İstanbul’a?
Şu saatten
sonra istediğim kadar “Güneş umrumda değil” havasında takılayım, beni tanımayan
bir insana bile yediremezdim. Ki karşımdaki Gökmen’di benim ciğerimi bilirdi.
“O da İstanbul’daydı.” Dediği an çoktan masaya yaklaşmış, kollarımı masaya
koyup elimi çenemin altına iliştirmiş ve sağ kaşımı da havaya kaldırmıştım. Bok
gibi de umrumdaydı işte Güneş. Anlatsın diye kendimi parçalıyordum.
-Sen
gittikten sonra birkaç gün daha buradaydı. Sonra annesi çağırdı. Özlemişler. O
da sıkılıyordu zaten. Kalktı gitti.
-Niye?
Sevgilisi yok muydu burada? Niye sıkılıyordu ki?
-Hahah!
Kızım saçmalama ya!
-Ne
saçmalama? Tuğçe’yle çıkmıyor muydu o?
-Güneş Tuğçe’yle
çıkar mı hiç? Hiç mi tanımadın Güneş’i? Öylesine takılıyorlardı işte. Zaten çok
da sürmedi takılmaları. Bitirdi öyle gitti İstanbul’a.
Beynim ne
kadar “Saçmalama Alkım” dese de kalbim Güneş’in İstanbul’a benim yanıma
geldiğini ama görüşmeye cesaret edemediğini haykırıyordu. Bir de öyle etkili
bir not yazmıştım ki Tuğçe’yi terk etmişti. Vay be! Neymişim ben!
-İstanbul’da
naptı?
-Takılmıştır
ne bileyim naptı? Geldiğinden beri yatıyor.
-Biz
görüşecektik onunla. Mesaj attı bana. O çağırdı beni.
-Hadi ya.
-Ne demek
hadi ya? Siz birbirinizin her şeyini bilirsiniz. Cidden haberin yok muydu?
-Yoo bana
hiçbir şey söylemedi.
-Aaa çok
ilginç.
-Aynen. Ben
sorarım ona.
-Ya
saçmalama. Deme bir şey.
-Şaka
yapıyorum kızım.
-Eee size
mi gitsek? Görüşecektik zaten Güneş’le?
-Güneş’i
görmek için kendini parçaladığını biliyorum. Ama sabret bırak uyusun çocuk
akşam gelirsin.
-Hiç de
parçalamıyorum bir kere kendimi.
-Bana seni
anlatma Alkım.
Haklıydı Gökmen.
Güneş uyuyordu ve en sevdiğim anı uyuduğu zamanlarıydı. Dilediğimce onu
izleyebiliyor, saçlarına dokunabiliyordum. Uyandırmadan küçük öpücükler
konduruyordum yüzüne. Doya doya konuşuyor, defalarca kez aşık oluyordum ona. Şu
an onu görmek için her şeyimi verirdim. Gökmen da şu an Güneş’i görmemem için
her şeyini verirdi. Gökmen’in dediği oldu.
Akşam
haberleşmek üzere ayrıldık. Benim de zaten Güneş’in karşısına çıkmadan önce her
şeyi analiz etmem gerekiyordu. Demek takılıyorlardı? Demek Güneş Tuğçe’yle asla
çıkmazdı? Ulan gerizekalı bunu o zaman söyleseydin de ben bu kadar acı
çekmeseydim! “Amaaaan takılıyor yeaaa!” Der geçerdim işte mis gibi. Ne zaman
bir kadın gibi düşündüler ki zaten? Öyle olsaydı şuan durumlar bu kadar
karışmamış olurdu. Aynalarım yerli yerinde olurdu. Bileklerimde her gün
fondatenle kapattığım izler olmazdı. Kalbim paramparça olmazdı mesela. Uykular
gecelerce haram olmazdı. Daha kim bilir neler olmazdı…
Yorumlar
Yorum Gönder