Alkımın Güneşi "Bölüm 32"
Kalkış saatinden itibaren kafamı cama dayayıp İzmir’e varana
kadar gözlerimi açmayan ben; bir saniye olsun kırpmadım gözümü bu kez. Kalbimin
kanat seslerinden kulaklığımda çalan müziği duyamadım. Boğazımda, midemde
uçuşan kelebekler yüzünden bir bardak su bile içmedim. Yalnızca durduğumuz her
yerde sigarama sarıldım. Güneş’e sarılmışçasına içime çektim dumanı.
Ciğerlerimde bırakmak istedim.
Saat üçü
gösteriyordu. Yaklaşık dört saatim daha vardı. Ne kadar da yavaş geçiyordu
zaman? Acaba beni otogarda karşılar mıydı? Nasıl karşılaşın? Adamın geldiğimden
haberi bile yok ki! Ah aptal kafam! Cevap yazma dedi diye “geliyorum” yazmadım
mı yani ben? Aferin iyi halt ettin Alkım! Adam nerden bilsin döndüğünü? Ya
yarına işi gücü varsa? Ya şehir dışına giderse? Gitmez herhalde ya… Bu saatte
de yazılmaz ki! Bu saatte mesaj atmak “Tam da birkaç saattir seni
düşünüyordum.” Demek değil de başka ne yani? O kadar da değil!
Kendimi
mesaj atıp atmama konusunda yiyip bitirirken ben, İzmir’e gelmiştik. Al işte!
Üç saat bu kadar zor geçerken kendimi yiyesim tuttuğu an zaman su gibi akıp
geçmişti. En başından beri yapsaydım keşke bunu.
Otogara girdiğimiz
an gözlerim Güneş’i aramadı desem yalan olur. Hem adama döndüğünü söyleme hem
de seni karşılamasını bekle. Oldu paşam! Yok öyle bir dünya! Tabi ki de suya
düşer hayallerin. Öyle boş beleşe hayal kurarsan, elbette suya düşüşünü
izlersin. Neymiş ben otobüsten inerken onu kenarda görecekmişim, yok indiğim
gibi film sahnelerini aratmayacak bir kavuşma yaşayacakmışız, beni kucağına
alıp döndürecekmiş, yüzümü elleri arasına alıp öpecekmiş her yerini… Bir kere
dürüst olalım, neredeyse aynı kilodayız biz bu adamla. Kucağına aldı,
döndürmesi kaldı. İkincisi o adam benim suratımı değil ben onun suratını
öperim. Üçüncüsü de bugüne kadar beni sevdiğini söyleyen hangi adam beni
otogarda karşılamış da beni sevmediğini söyleyen adam karşılasın? Ana tema onun
beni “sevmemesi” olunca tabi yok kucağa almaymış, yok öpmeymiş derken her şey
gereksiz, mantıksız, saçma sapan birer hayal olarak kalıyor işte. Sevse, bi
düşünürdük hani. Olma ihtimali olurdu hani. Ama sevmiyor yani. Kimseye zorla
sevdiremezsin ki kendini canım!
Eve
gelirken hala kafamda saçmasapan düşünceler vardı. Ne bileyim mesela dün gece
gelmiş kapımda yatmış, ben uyandırıyorum falan. (Bu soğukta!) adamın da işi
gücü yoktu benim kapıma gelecek! Gelmemişti de zaten. Gün yeni doğuyordu
resmen. Sokak lambaları yeni sönüyordu. Evimin önündeki ağacı kesmişlerdi. Üst
katın camını fazla kapatıyordu sanırım o yüzden. Hiç güneş almayan evim bu
sayede az da olsa güneş alacaktı artık. Ama almasaydı da olurdu. Daha birkaç
yıl önce bir ağaç kesildi diye ayağa kalkan bizdik sonuçta. Güneş görelim diye
bir cana kıymak da neyin nesiydi yani? Faturalar sadece iki haftada posta
kutumu doldurmuştu bile. Yalnızca faturalar doldurmuştu. Bu devirde o kutuda
faturadan başka bir şey beklemek saçmalık olurdu zaten.
Valizimi
kapının kenarına koyduğum gibi yatağıma uzandım. Düşünmekten beynim yanmak
üzereydi. Artık ne olacaksa olacaktı zaten. Düşün ya da düşünme. Birazdan
gözlerimi kapatıp kendimi teslim edeceğim uyku, bin bir umutla yattığım son
uyku olabilirdi. Ya da İzmir’deki son uykum… Yüzyüze geldikten sonra ne karar
alacağım belli değildi. Neler konuşacağımıza dair tahmin bile yürütemiyordum.
Ne olursa olsun gidişatı fazlasıyla değiştirecek bir konuşma olacağı kesindi. O
yüzden bu, eski hayatımın son uykusuydu. Öğlene kadar uyuyup, öğlen yepyeni bir
hayata başlayacaktım. Hayırlısı olsundu. Olsun tabi. Artık hayırlısı neyse o
olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder