Yolu Mutlu Masal



Kısacık bir zaman önce duydum sesini. Sesin! Ağzından çıkan her hecede içime işleyen sesin... Yüreğimin her bir telini tir tir titreten, tüylerimi diken diken eden sesin...

Kısacık bir zaman önce gördüm kalbini. Bir kuş kadar hafif, pamuk kadar narin, yumuşacık kalbin... Ruhuna çok yeni dokundum. Oysa çok önceden tanırdım seni. Bir başına ayağa dikilmeni, kimsesiz büyüyüp, kimsesiz yürümeni... Çok olmasa da sevdiğin zaman nasıl güzel sevdiğini ne kadar uzun zaman önce öğrendim ben; bilmezsin. Tamam biliyor da olabilirsin belki.

Gözlerin... Sonu mutlu olmasa da yolu mutlu olabilecek bir masala davet etti beni. Memnun oldum hem de nasıl! Benim ihtiyacım vardı sana çok uzun zamandır. Öyle ansız oldu ki gelişin! Öyle ansız girdim ki hayatına... Evet ben girdim senin hayatına. Senin aklında dahi yoktu. Damdan düştüm ben senin yanıbaşına. Damdan yuvarladım kendimi. Uzun zaman önce varlığından haberdar olduğum adama dokunamadan bir ömür geçirmiştim adeta. Sesini bir kez olsun duyamadan, gözlerine bakamadan... Bile isteye yuvarlandım. Seve seve geldim adımladığın sokağın başına. Memnun oldum sonra; tanıştığıma. Sonra seve seve oturdum karşına. Çekine çekine baktım yüzüne önce. Sonra çekindim yüzüne bakmadığım her saniyede. Artık dokunmuştum gözlerine. İlk önce gözlerine...

Ellerin geldi ardından. Yürümeme yardımcı olan cüretkar ellerin... Eteğimin ucunu takılıp düşmemem için kavrayan ellerin... Kolumu tutan sonra. Konuşurken birbirine kenetlenen ellerin...

Ellerinle birlikte ben kayboldum. Ruhunun derinliklerinde dolanıp durdum epey zaman. Kaybolduğum yerden çekip çıkardı sonra ellerin. Usulca göğsüne bıraktı başımı. Sonra saçlarımla sevişmeye başladı.

Ellerin! Ne çok şey yaptı öyle! Ne çok şeye sebep oldu! İncecik, uzun parmakların... Bembeyaz avuçların... Kaç kez buluştu avuçlarımla? Sayabildim. O kadar azdı.

Ellerinle devam eden masalım, sonrasında kalbine ulaştı. En derinlerine dokundum, defalarca konuştum kalbinle. Hiç susmadığımız onca geceye bulaştık. Zaten ancak konuştuk. Nereye kadardı konuşmak? Dokunmadan, koklamadan ne kadar yaşardık?

Yaşadım. Sesini dahi duymadan onca zamana karıştım. Her gün için sana bir hatıra bıraktım. Alınmadın üzerine.

Ellerinle devam eden masalım, yerini hakaretlerine bıraktı. Kalbin simsiyah kaldı bana. Ruhunda dinmedi yağmurlar. Ben anlattım duymadın sesimi.

Kavuşmak için gün saydığım gözlerine baktım bugün. Görmedi beni. Bir yabancıya baktı dakikalarca. Ben değildim baktığı. Taptığım ellerin kavramadı avuçlarımı. Kokunu duyamadım bile. Sesin zaten gideli olmuştu epey. Ağzından çıkan kelimelerin benim için olduğuna inanmadım ilk önce. Sonra hatırladım. Ben zaten ağzından çıkanlarla defalarca kez yaralanmıştım. Acımamıştı bu kez canım. Soğumuştu. Söylediklerin buz kadar soğuktu ve üşütmüştü kalbimi.

Senin için alev alev yanan kalbimi saniyeler içinde buzlarla kaplamıştın. Öyle ya! Yakan da sendin söndüren de.

Sahi ne söylemiştin? "Git!" demiştin. Oysa ben sana ulaşırken dikenli yollardan geçmiştim. Ayaklarıma bakmamıştın bile. Yürüdüğün yollara aşık ben ardıma dahi bakmadan geri dönmüştüm uğruna yürüdüğüm yolları.

Ve evet! Gittim ben. Dikenli yolları geri yürüdüm ben. Koşar adım geldiğim yolları daha hızlı döndüm.

Elimde buz kesmiş kalbim, gözlerimde kurumuş yaşlar, adımlarımda yaralar...

Sana yürüdüğüm yollarda yok oldum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen