Özetle Üniversite



Bi mağazada mesaimin bitişini beklerken kat bilgisayarımdan öğrendim hayallerimin şehrine kavuştuğumu. Evet hayallerim... Ete kemiğe bürünmemiş olan ama "İzmir olsun da gerisi hallolur." diye şekillendirdiğim, ne olduklarını bile bilmediğim hayallerim...

Yalnızca İzmir'de yaşamayı seveceğimi biliyordum. Sevmem gerekiyordu yaşamayı. Çünkü yaşıyordum ve sevmiyordum yaşadığımı. Kendime bir fırsat sunmuştum. İyileşip, yeniden başlayacaktım. Kaybettiğim arkadaşlarıma acımayacaktım. Yeni insanlar... Hep sevmişimdir yeni insanları tanımayı.

Yüreğimdeki yarım kalan çocukluk aşklarımın defterlerini kapatmakla kalmayıp yakacaktım da. Çünkü İzmir! Havası bile mutluluk kokan şehirdi benim için. Mutluluk ilk kez oluk oluk akacaktı damarlarımda.

İlk sene yurt... Aileden ilk uzak kalış... İlk bir hafta telefonda salya sümük ağlamak... Özlemek, geri dönmek istemek, bir yandan da kendine şans tanımak... Karmaşa içerisinde geçen, göz açıp kapayıncaya kadar geçen, neyin ne olduğunu anlamadığın ve hatta şu gün bile anlamadığım koca bir yıl...

Yüreğim hemen kondu bi yüreğe. Şanslıydı başta. Çok severken çok sevildi aynı zamanda. Rüyada sandığı zamanlar geçirdi; ummadığı, tatmadığı mutluluklar... Birbirinden güzel de iki dost... Daha ne isterdi ki yüreğim! Dünyalara sahipti.

Sonra güzel dostlarımdan biri sevgilimle yattı ve ben hayatımdan bi anda iki muazzam anlamı kaybettim.

Bir sene işte böyle bitti.

Sonra yeni dostluklar... Bu kez bağlanmamak adına edilmiş yeminler ve yine bi sevda yüreğe değen... Yine birbirine girmiş olan iyi ve kötü anılar... Sonradan büyüyeceğini henüz bilmediğim konuşulmadan bitmiş bi hikaye...

Yalnızlığı dindirmesi adına edinilmiş bi evlat; Çino. Artık sana ihtiyaç duyan birinin var olduğunu bilmek, yeniden toparlanmak, ayağa kalkmak...

Sonra saçma sapan hikayeler... Oradan oraya savrulan bi yürek... Hissetmeyi unutmuş bir yürek... Çünkü hissetmeyi hatırlasa; hissedeceği tek şey canının ne kadar yandığı olacak. Hislerini aldıran on dokuz yaşında bir kız çocuğu...

Aynı çatının altında hiçbir nefes paylaşmadan geçirilmiş olan üç sene... Yeri geldiğinde her şeyin  olabilecek olan birkaç insan... Yanlış dostlar, yanlış aşklar, yanlış arkadaşlar...

Senelerce yemekhaneyi bile kullanmayı öğrenememiş o kadar meraksız bir kız çocuğu...

Yüreğe değen sevdalar... Uğruna yazılan şiirler, romanlar... Yürekten yazılmış bir kitap... Umuda açılan pencere pervazları; gözyaşlarıyla kapanan...

Aldatılmak! Milyon defa... "Sadece aptalların başına gelir." dediğim şey iken başıma gelen...

Aptaldım.

Sonra okul bitirme telaşı... Notçu arkadaşlar... Çıkarcı, sinsi, kullanan arkadaşlar... Onca yıl bir kez olsun gözyaşlarını silmeye cesaret edememiş arkadaşlar...

Yanında olmak istemeni yanlış anlayanlar, attığın her adımdan milyon tane farklı anlam çıkartanlar, tebessümünü bedeninle bağdaştıranlar...

Yapayalnız üç yıl... Okunan beş buçuk sene... Ellerinde büyüyen bir kedi... Milyon kez kaybetmek... Bi o kadar kez aldatılmak... Dost kazığı yemek; en az ayda bir... Çok sevmek; hiç sevilmemek...

Elli dokuz ders, üç katı sınav, dört dönem içi çalışma, üç yaz okulu, iki sunum, bir rapor, bir tek ders, dört yaşında bir kedi, kırk dört yaşında bir beyin, her şeye rağmen on dört yaşında bir yürek, en nihayetinde kardeşten de olsa bir ev arkadaşı ve biten bir lisans...

Tıp okuyan tıp bitirip doktor oluyor, mühendislik okuyan mühendislik bitirip mühendis oluyor.

Ben ne oldum acaba?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Fotoğraf Karesi

Olmuyor

Sana Rağmen