O, dünyadaki tüm kötülerin içinde birinciliği açık ara farkla hak etmiş biriydi. Kendini acındırırdı sürekli. Aptal aptal hırslara sahipti. Mutsuzdu sanki. Herkese karşı cadı olmayı kendi istemişse, hak etmişti aslında mutsuzluğu. Cadı değil, o bir şeytandı. Melek yüzüne bile sahip olamayan bir iblis. Ve yoktu dostları. Yalnızdı. Kendi kendin i iterdi yalnızlığa. Oysa biraz güler yüzü olsa ve aptalca hırslarını bir yana bıraksa belki de sayısızca insan olabilirdi yanında. Ve o kendini mahkum etti yalnızlığa, mutsuzluğa, umutsuzluğa. Hak ediyor, yaptığı her şeyin hesabını veriyordu şimdi. İnat vardı o gözlerinde. Nefret ve hiddet. Ve aptal bir çaresizlik. Kendi kendine acı çektirirdi. O bir mazoşistti. Umutlarını katledip, kanlarıyla kendini zehirleyen bir mazoşist… Ve o gün gün be gün ölmeye başladı. Tanıyan herkes hak ettiğini söyledi her an. Her şeye rağmen cız etti insanoğlunun sol yanı. Kimse onun gibi iblis olamadı. Ve o, kendini öldürdü… Eylül 2010 İstanbul
Bir fotoğraf karesi… Hiçbir şey söylemeden, yüzlerce fotoğrafın arasında duran; belki varlığını bile unuttuğun bir kare… Gülümsüyor işte. Kahkahaya bir kala hatta. Birbirine yaslanmış iki beden ve mutlulukla gülümseyen iki yüz… Hiçbir şey söylemeden o kadar çok şeyi bağırıyor ki… Bir zamanlar nasıl da mutlu olduğunu, iki kişiden fazlasının nasıl önemsiz, nasıl değersiz olduğunu hiç sesini çıkarmadan anlatıyor. Bir yaz akşamı… Mesaiden çıkmışız biraz olsun serinleyebilmek için oturmuş iki bira içiyoruz. Kalabalığız o akşam. Masada gülüşmeler, türlü sohbetler… Gecenin ilerleyen saatleri yavaş yavaş dağılmış herkes. Yan yana düşmüşüz. Kokun sinmeye başlamış üzerime. Akabinde bu fotoğraf karesi düşmüş yüreğime. Öyle bir düşmüş ki… Kor bir alev misali yakıp kavurmaya başlamış içimi. Daha önce hiç öyle yanmamış gibi… Bazı sebeplerden dolayı yüzünü sevmek isteyen ellerim, sevememiş. Yumruk gibi oturmuş boğazıma bu his. Kokunu çok yakında hissederken, başımı yaslayamamışım göğsüne....
Sana gönderdiğim onlarca şarkıdan hiçbirini dinlemedin. Tutman için uzattığım ellerimi görmezden geldin çoğu zaman. O çok sevdiğin yağmurlu gecelerden kaç tanesini birlikte geçirmedik? Ben sayamadım. Kaç kez seviştik ve kaç kez uyurken sarılmadık? Sahi kaç kez uyuduk ki? Kaç gece birlikte uyumadık? Hiç rüyalarında oldum mu mesela? Yatağında bensiz uyurken hiç yanında uyuduğumu hayal ettin mi? Yanımda uyumak istedin mi hiç? Beraber yürümek istediğim onlarca sokaktan hiçbirine giremedik. Kokunu duyabilmek için arkandan yürümek zorunda kaldım kaç defa gizli gizli. Yanında yürüyemiyorum çünkü. Çünkü sen; geçmişinle beni yargılamaya, cezalandırmaya devam ediyorsun. Canını yakacağımı düşündüğün için ısrarla sen benim canımı yakıyorsun. "İstemiyorum." demiyorsun ama bazen keşke öyle desen diyorum. Bazen o kadar yoruluyorum ki seni anlamaya çalışırken... Ve artık anlayamıyorum. Senin gözlerinin içine bakamadım hiç. Bakmamı istemedin çünkü. Saçının telini sevmeye kıyamadım; kı...
Yorumlar
Yorum Gönder