Kayıtlar

Alkımın Güneşi "Bölüm 33"

Resim
           Uyandığımda saat biri gösteriyordu. Dışarıda tatlı bir yağmur vardı. Zaman zaman “uyuma” dercesine delice yağıyor, zaman zaman da “kıyamadım, uyu” diye sessiz sessiz yağıyordu. Ama yağıyordu. Her şeyi temizlemek ister gibi. Eskiye dair ne varsa silmek ister gibi. Yepyeni başlangıçlar için yağıyordu yağmur. Ya da ben mevsimsel bir olaya fazla anlam yüklüyordum. Bok mu vardı işte. Alt tarafı yağmur yağıyordu yani.             Kahvaltımı yaptıktan sonra Güneş’ten önce Koray’ı aramak istedim.             -Heyyo!             -Naber canım? Sesin iyi geliyor.             -Canımmış! İki haftadır neredesin lan sen?             -Oha yavaş gel kızım! Kafa dinlemeye gittin rahatsız etmeyelim dedik.             -Neredesin napıyorsun?             -Evdeyim. Arkadaşlarla buluşacağım birazdan.             -Kimmiş o arkadaşlar?             -Geldiğinde tanışırsın.             -Geleyim de tanışayım madem.             -Aaa gelecek misin?    

Alkımın Güneşi "Bölüm 32"

Resim
         Kalkış saatinden itibaren kafamı cama dayayıp İzmir’e varana kadar gözlerimi açmayan ben; bir saniye olsun kırpmadım gözümü bu kez. Kalbimin kanat seslerinden kulaklığımda çalan müziği duyamadım. Boğazımda, midemde uçuşan kelebekler yüzünden bir bardak su bile içmedim. Yalnızca durduğumuz her yerde sigarama sarıldım. Güneş’e sarılmışçasına içime çektim dumanı. Ciğerlerimde bırakmak istedim.             Saat üçü gösteriyordu. Yaklaşık dört saatim daha vardı. Ne kadar da yavaş geçiyordu zaman? Acaba beni otogarda karşılar mıydı? Nasıl karşılaşın? Adamın geldiğimden haberi bile yok ki! Ah aptal kafam! Cevap yazma dedi diye “geliyorum” yazmadım mı yani ben? Aferin iyi halt ettin Alkım! Adam nerden bilsin döndüğünü? Ya yarına işi gücü varsa? Ya şehir dışına giderse? Gitmez herhalde ya… Bu saatte de yazılmaz ki! Bu saatte mesaj atmak “Tam da birkaç saattir seni düşünüyordum.” Demek değil de başka ne yani? O kadar da değil!             Kendimi mesaj atıp atmama konusun

Alkımın Güneşi "Bölüm 31"

Resim
           Kendimi her geçen gün biraz daha toparlıyordum. Geldiğimden beri iki hafta bitmişti ve artık daha iyi sayılırdım. Artık gerçek dünyaya dönmenin zamanı gelmişti. Annem ve babam iyiden iyiye dönmeyeceğimi anlamışlardı. Hiç sormamışlardı ama vizelerin başladığının da farkındalardı. Babam benim için yeniden üniversite planları yaparken ben İstanbul'da hayatta kalmanın planlarını yapıyordum. Okulu yarım bırakmıştım ve yeniden hazırlanmaya da hiç niyetim yoktu. Lise mezunu sayılırdım o yüzden. Bu şartlar altında yapabileceğim en iyi şey, lisede yaz dönemi çalıştığım giyim mağazasına geri dönmek olacaktı sanırım. Alırlar mıydı peki beni? Niye almasınlar ki? Buraya dönmüşüm sonuçta. Şu tarihte çıkacağım diye bir durum yok. Süresiz iş sözleşmesini de imzaladım mı tamamdır.             Mağazayla konuşmak için evden çıkarken telefonuma mesaj geldi. "Hayret!" dedim kendi kendime. "Koray Bey’in aklına geldik sonunda." İşi mi düşmüştü acaba? Bunca zaman

Alkımın Güneşi "Bölüm 30"

Resim
           Günlerim birbirinin aynısı geçip gidiyordu İstanbul'da. Evden çıkmıyordum. Hiç hem de. Markete bile gitmiyordum. Hava da aksi gibi açıp duruyordu. Yağmurlar dinmişti. Güneş birkaç gündür ısrarla yüzünü gösteriyordu. İstanbul sokağa çıkmamı, onu kucaklamamı istiyordu.             İzmir'den ne mesaj geliyordu ne de telefon. Beklenen zaten gelmeyecekti ama beklenenin dışında Koray ve Gökmen da arayıp sormuyordu. İncindikçe inciniyordum anlayacağınız. Önce sevdiğim adam, peşine de dostum dediklerim... Bir bir kırıyorlardı kalbimi. Bu kadar mı değersizdim? Ben bu kadar değer verirken neden hiç önemsenmemiştim? Her dertlerine koşmamış mıydım ben onların? Gökmen sokağa atıldığında evimi açmamış mıydım? Neredeyse her akşam aynı masada yemek yememiş miydim onlarla? İçtiğim suya kadar bölüşmemiş miydim?             Tüm bu soruları bir bir İstanbul'a sordum. Kadıköy'de iskelede otururken yineledim hepsini. Boğazı seyrederken de tekrarladım. Yedi tepeden her

Alkımın Güneşi "Bölüm 29"

Resim
          Otogara geldiğimde nereye gideceğimi hala bilmiyordum. Cebimdeki paraya da bakacak olursak çok bir seçeneğim yoktu. Gideceğim yerde kalma paramı karşılasam yemek için param kalmayacaktı. Ya da bir iki günden fazla kalamayacaktım. Ve bu ülkede sokaklar, çocuklar için olduğu kadar kadınlar için de tehlikeliydi. En güvendiğiniz sokakta bile canice tecavüze uğrayıp, öldürülüp bir çöplüğe atılabilirdiniz. Hakkınızı aramak, sesinizi duyurmak için çıktığınız sokakta babanız yaşındaki adamlar tarafından dayak yiyerek de ölebilirdiniz. Ya da ekmek almak için çıktığınız sokakta polis tarafından da vurulabilirdiniz. Bu durum karşısında çok fazla bir seçeneğim kalmıyordu. Günlerdir her aramasını meşgule aldığım babamı aradım.             -Kızım? Niye açmıyorsun telefonlarımı? Annenle konuşmasan başına bir şey geldi sanacağım. Çok üzüldüm. Neden konuşmuyorsun benimle?             -Baba seni çok özledim.             -Ben de seni çok özledim güzelim benim. Noldu niye ağlı

Alkımın Güneşi "Bölüm 28"

Resim
            Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmeden valizimi alıp evden çıktım. Gitmek istediğime de emin olamıyordum işin aksi. Hiçbir durak beni kabul etmeyecek gibiydi.             -Çıktım ben evden.             -Bizim evin orada bekle. İniyorum aşağı.             Ooo aşağı inme zahmetinde bulunmuştu Koray bey. Misafirlerini nasıl da yalnız bırakmıştı öyle?             -Naber kız? diye gülümseyerek geldi Gökmen. Hayret! Buralardaydı ve günlerdir beni aramıyordu. Zamanında evimden çıkmıyorken şimdi arayıp sormuyordu bile. Her şeye şahit olmuşken, yaralarımı sarmışken şimdi umrunda değildim. Ne bekliyordum ki zaten? Hayal ettiğim gibi olur, yanımda kalır, beni mutlu etmeye mi çalışırdı yani? Sahi kim yapardı ki bunu? Kaç insan dostum dediğini ayağa kaldırmak için uğraşırdı düştüğü zamanlarda? Oysa ki ben Gökmen için her şeyi göze alırdım. Başında da beklerdim gece gündüz, yüzü gülsün diye kendimi de parçalardım. Bunu o da çok iyi biliyordu. Ama ben yaptım diye

Alkımın Güneşi "Bölüm 27"

Resim
          Sabah sekizde uyanmak için alarm kursam; kaçta yatarsam yatayım uykumu alamamış bir şekilde uyanır ve saniyeler içinde bütün alarmları kapatıp yeniden uyurdum. Fakat bu sabah kendiliğimden uyandım. Öyle bir alarm düşünün ki; beyniniz kursun onu. Ertele tuşu olmasın ve yataktan çıkana kadar da susmasın.             Birkaç gündür yarısına kadar doldurulmuş vaziyette salonda duran valizi aldım önüme. İlk defa gördüğüm bir şeymiş gibi inceledim uzun uzun. O sırada kafamdan hangi düşünceler geçti, hangi sesleri bastırmayı denedim? Bilmiyorum. Sonra kalktım bir çırpıda oturduğum yerden. Dolabımda kalan kıyafetlerimi toparladım. Ne var ne yoksa doldurdum valizime. Ojelerimden ve makyaj malzemelerimden vazgeçtim. Rimelim olmadan markete bile gitmezken, onu yanımda istemedim bu kez. Elbise, pantolon, ayakkabı derken yarım saat sonra her şey hazırdı. "Gidiyorum!" diye bağırıyordum adeta. Peki nereye gidecektim? Bunu bilmiyordum hala. Her şeyden önce bir kez daha ok