Kayıtlar

düş etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

En Çok Nefret Yakışır Aşkın Üzerine

Resim
Bu gece; yaşanmış, yaşanmamış veyahut yaşanamamış onca şeyi koydum bir kutuya. Bugüne dek tanıdığım ya da yanlış tanıdığım kim varsa kim yoksa o kutuda. Ben bu gece yüreğimi çıkardım koydum önümdeki masaya. Sevmezsin diye beyaz ışığı, beyaz ışıkla donattım odamı. Yanlış tanıdığım insanlara bir yenisini ekledim bu gece. Çok koydum başına da. Bir zamanlar sevgimin önüne koyduğum çok; bu kez yanlışların önünde durdu. Sevgimden çok yakıştı buraya. Hoş! Sevgimi çirkinleştiren de aynı adamdı. Kulaklarını tıkayıp, gözlerini kapatıp da yaşarsın aşkı. Duymazsın gerçek dünyayı, görmezsin insanları. Doğru olan aşktır ve doğru aşk için gereken de soyutlaşmaktır. Somutlaştıranınsa yine aynı aşk olacağını bilemezsin tabi. Gün gelir seni rüyalarla buluşturan aşk; bir çırpıda uyandırıverir. Sonra dikilir karşına. Aşk sanıp da yaşadığını hiç çekinmeden kirletir. Yüz vermek olur adı ya da kendini çok değerli görmek. Hoş! Kendini sevdiğin adamın gözünden değerli de görmemişsindir ya hiçbir

Yalnızlığın Mumu

Resim
Ne kadar mutluysam, o kadar mum yanardı benim küçük ahşap masamda. Ne kadar fazlaysak, o kadar kadeh konurdu. Bazen bir kişi bütün kalabalıklara bedel olurdu. Sabaha kadar yanardı mumlarımız. Sabaha kadar şarap kokardı saçlarım. Düşlerim, avuçlarım şarap kokardı. Şarap demek; huzur demekti benim sözlüğümde. Yanında ancak huzur vereni varsa açılırdı en güzel şişeler. Öyle herkesle içilmezdi. Ben içmezdim. Sol yanımı aralamayı başarmış insanlar otururdu bu masaya. Kimin oturacağını da kimin kalkacağını da ben seçtim her zaman. Yalnızlığı seçmemiştim. Tek başıma en güzel kokulu şarapları içeceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Yanlış yaptığım bir şeyler var bir yerlerde. Biliyorum. Sadece yanlış yaptığımı biliyorum. Hala göremiyorum yanlışın ne olduğunu. Sıkmaktan ağrıyor artık yumruklarım. Sıkıp da bir yere indirememek yakıyor canımı. Kontrolsüzken, canımı yaksam da fark etmezdim. Etmezdim ve geçerdi her şey. Sıkılı kalmazdı yumruğum. Kendime geldiğimden beridir ki akmasın di

Meger

Meğer ben huzurun tanımını yapabilirmişim. Mutlu olabilirmişim meğer. Korkup çekinmek yerine, birazcık cesaretle muhteşem şeylere şahit olabilirmişim. Tüketmezsem umutlarımı, küçük parçalar da olsa bırakırsam kalbimin derinlerinde, En büyük özlemle beklediğim her şeye sahip olabilirmişim. Meğer bir ömür varmış bana ait olan. Beni dört gözle bekleyen, ağzımdan çıkan her kelimeyi dikkatle dinleyen Kocaman bir kalp varmış meğer. Sarıp sarmaladığında beni kollarında kaybeden, Koklayarak öpen bir ruh varmış. Meğer insan sorgularmış hayatını "Daha önce yaşamış mıyım ben?" diye Kollarına dolan huzurun kocaman olduğuna şahit olabilirmiş. Mutluluktan da ağlayabilirmiş insan. "Nasıl güzel sevgidir bu?" dermiş. Bu kadar güzel bir sevgi varmış meğer dünyada. Bir adam, bir kadını bu kadar güzel sevebilirmiş meğer. Küçük bir şair, bu denli büyük sevilebilirmiş. İki küçük yürek yan yana gelince Kocaman bir dünya olurmuş meğer. İki kişiye ait, kocaman bir dünya

Mert Olan Her Sey

Gidişinin ardından geçen kaç vakit vardır bilemem. Saydım demem! Sana asla yalan söylemem. Bitişimin kaçıncı mevsimi geçmiştir bilir misin? Saydın mı beni ardında bıraktığın günleri? Geceleri sardın mı koynunda beni sarar gibi? Saklamadan gözyaşlarını Bu kez içine atmadan... Hıçkıra hıçkıra ağladın mı? Gecelerce... Güneş doğduğunda ise yaşıyor gibi yaptın mı hiç? Sen hiç sevdin mi beni? Kalbini kanatırcasına kana kana sevdin mi? Uyurken ben, Öptün mü saçlarımı? Kokumu hapsettin mi içine? Ben senin dokunduğun her saç telimi kestim sen gittikten sonra. Sen kokan yastıklara dokunmadım. Bir daha dönmedim sol yanıma. Nereden bilirdim ki yine geleceksin? Ve bilebilir miydim Beni benden çok seveceksin. Gidişinle hayatımdan uğurladığım mert olan her şeyi bir kez daha hayatıma almak, zor geldi bana. Bir kez daha gözlerine bakabilmek, tutabilmek ellerini korkuttu fazlasıyla. Kaybetme korkusu, göğsünde uyuma mutluluğundan ağır geldi. Git dedim sana! Uğruna canımı v

Dar Hejiroke

Gecenin zifirisinde küçük hücrenin bir köşesine sinmiş küçük bir kız var. Dünyanınsa o kızdan yok haberi. Göğsünde; yaraları... Derin mi derin. Acı mı acı. Kanıyor durmadan elleri. Durmadan yazan elleri kanıyor. Umutları kanıyor küçük kızın. Uykuları, saçları, bütün rüyaları kan kokuyor. Küçük bir kız, dizlerini göğsüne çekmiş ağlıyor gecenin sinesinde. Geceye sığınıyor. Saçlarını sigarasının dumanı okşuyor ve boşluk doluyor kollarına. Hayallerine gün batıyor. Doğmuyor hiçbir gün. Hiçbir mutluluk doğmuyor kızın gecesine. Bir hayalini daha sigarasıyla birlikte söndürüyor küçük kız. Bir umudunu daha öldürüyor. Sevdikçe sevilmiyor. Sevmiyor onu hiç kimse. Saçlarını kimse okşamıyor. Umut okşamıyor. Ve rüyaları! Birbirinden güzel bin bir rüya tersine çıkıyor. Bir damla daha yaş düşüyor yanaklarına. Gamzelerine birer damla daha yaş gömülüyor. Biraz daha yitiyor değerler. Güzel olan her değer terk ediyor küçüğü. Küçüğü terk ediyor hayat.

Buruk Dusler

Mayıs görünümlü bir Mart gecesinde Ilık ılık esen rüzgar, çarpıp geçerken tenimize; Kim bilir kaçıncı sigarayı bastırmıştık kül tablasına... Kurduğumuz kim bilir kaçıncı hayal yok olup gitmişti ellerimizde... Ve biz; Dünyanın bütün yükünü sırtına almış İki küçük insandık. Biz o gece buruşturup çöpe attık Bütün kırgınlıklarımızı. Hayata karşı aldığımız bütün yenilgiler Yok oldu bir anda. Yalnız biz vardık. Yalnız sigaralarımız vardı. Yalnız kısık sesle çalan müziğimiz Ve düşlerimiz... Ceplerimizden taşan düşlerimiz... Kurup kurup, Buruk buruk ardından baktığımız onlarca düş... Göz kapaklarımızı zorlayan yaşlar Ama asla akmayan, Akamayan... Bir tek biz vardık. Onca yalanın içinde var olmaya çalışan, İki küçük insan... Bir tek biz! Bütün yaralara rağmen Hala hayata tutunmaya çalışan Yalnız biz...